RESUL VE NEBİ KAVRAMLARI (TolgaYıldıran)
Kur’ân’a ters düşen hurafeler, insanların Kur’ân’a ters düşen uydurmalarıdır. Bu hurafelerden bir tanesi de resûl ve nebî ifadesidir.
nebi peygamber, Resul ise elçi demektir.
Sevgili okuyucular Kur’an’ı Kerimi incelediğimizde, Allahû Teala’nın beş nevi resul den bahsettiğini tesbit ediyoruz. Nebi resuller, veli resuller, melek resuller, cin resuller ve alelade resuller.
1-NEBİ RESULLER:Nebiler, kendilerine şeriat kitabı verilen Peygamberlerdir. Ve bütün peygamberler (nebiler) önce kendi kavimlerinin resulüdür, sonra peygamber olarak seçilirler. O halde Allah’a göre nebiler, kendilerine şeriat kitabı verilen peygamberlerdir.
Akaidin birinci ayağı olan: “Bütün nebîler resûldür.” ifadesi, Kur’ân’a tam olarak uymaktadır. Ulûl’azm nebîler; Hz. Nuh, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’dir. Bu peygamberlerin resul olduğunu diğer peygamberlerin ise nebi olduğunu açıklamaktadır. Bu açıklama Kur’an-ı Kerim’e ters düşmektedir Allah, Kur’ân’ı Kerim’de bütün peygamberlerin hem nebi olduğunu, hem de resul olduğunu açıklamaktadır
Hz. Nuh, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz resul ve nebi olduğu gibi diğer peygamberlerde resul ve nebidir
Hz Musa ve kardeşi Hz Harun için Allah resul diyor.
26 / ŞUARA – 16
Fe’tiyâ fir’avne fe kûlâ innâ resûlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Haydi, firavuna (ikiniz) gidin ve böylece ona: “Muhakkak ki biz, âlemlerin Rabbinin resûlleriyiz.” deyin.
26 / ŞUARA - 125
İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
(Hud AS):Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
26 / ŞUARA - 143
İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
(Salih AS):Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
26 / ŞUARA - 162
İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
(Lut AS):Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
26 / ŞUARA - 178
İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
(Şuayb AS):Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.
Allahû Teala Kur’ân’ı Kerim’de geçen bütün peygamberler için resulümdür diyor Nebilik, Peygamber Efendimiz ile sona ererken resullük sona ermiş değildir. Ademoğlu yeryüzünde yaşadığı sürece, ki kıyamete kadar yaşayacaktır, Allah nebilerin olmadığı dönemlerde de veli resulleri bütün kavimlere ve kendi lisanlarıyla göndereceğini ifade buyurmaktadır. Mürşidler, yani irşadla görevli evliyalar, Allah’ın veli resulleridir.
2 - VELİ RESULLER:Veli Resuller kendilerine şeriat kitabı verilmeyen kavimlerin (milletlerin) resulleridir. Onlar Peygamberlere indirilen şeriat kitabı ile hükmederler. Allah, bu resullerin içlerinden birini peygamberlerin olmadığı dönemlerde vekâleten devrin imamı olarak seçer.
Allahû Tealâ her kavimde, her devirde, ardarda resûl beas etmiştir. Nebîler, peygamberlerdir. Hz. Musa nebî’dir yani nebî resûldür. Hz. İsa nebîdir; nebî resûldür. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz nebîdir. Nebîlerin; peygamberlerin sonuncusudur. Ulûl’azm nebîler; Hz. Nuh, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’dir.
Allahû Tealâ her kavimde mutlaka bütün devirlerde resûl beas eder. Ama her kavimde nebî beas etmez, hayata getirmez. Buyuruyor ki:
-16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).
Allahû Tealâ’nın işareti, bütün kavimlerde her zaman mutlaka bir resûlün var olmasıdır. Ama bütün kavimlerde nebî yoktur. Allahû Tealâ Hz. Musa’yı kendi kavmine nebî olarak göndermiştir. Hz. İsa da kendi kavmine nebi olarak gelmiştir.Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) efendimiz ise son nebi olarak gelmiştir. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Bütün ümmetlerin, bütün milletlerin içinde resûl beas ederiz.”
Peygamberler, Kur’ân’da isimleri geçen kavimlerde vazifelendirilmişlerdir. Ama resûller her kavimde vazifelendirilmişlerdir. Resûller sadece her kavimde vazifeli olmamışlar; üstelik her kavme ardarda, ardı arkası kesilmeksizin gönderilmişlerdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.
Allahû Tealâ burada, bütün ümmetlere resûl gönderdiğini ve ardarda gönderdiğini ifade etmektedir:
2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra da birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peşpeşe) resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.
Allahû Tealâ İsrail kavmine de birbiri peşinden resûller gönderdiğini ifade etmektedir. Oysaki Hz. İsa, Hz. Musa’dan yüzlerce sene sonra gelmiştir. Ama kavme Hz. Musa’dan sonra da, evvel de birbiri ardından resûller gönderildiği kesindir; peygamber olmayan resûller. Hz. İsa da, Hz. Musa da nebî resûldür; peygamber resûldür. Ama peygamber olmayan resûller, ikisinin arasındaki devrede de İsrail kavmine devamlı olarak gitmişlerdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
Allahû Tealâ, kıyamet günü insanların büyük kısmının cehenneme gideceğini, %10’dan daha az bir kesimin de cennete gideceğini ifade etmektedir. Cehenneme gidenlerin hepsi mutlaka bir resûl’le birlikte yaşamışlardır. İsra Suresinin 15. ayet-i kerimesi, insanlar hangi kavimde, hangi zaman parçasında yaşarlarsa yaşasınlar, mutlaka o kavimde Allah’ın bir resûl’ünün varlığını kesinleştirmektedir. Çünkü cehenneme giren bütün insanlar bir suale muhatap olacaklardır. Hangi devirde yaşamış olurlarsa olsunlar, hangi kavimde yaşamış olurlarsa olsunlar, onların hepsine birden bu sual sorulacaktır. Allahû Tealâ diyor ki:
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
Kıyamet günü cehenneme gidenlerin hepsi bir suale muhatap olurlar. Cehenneme gidenler açık ve kesin olarak mutlaka cehennem bekçileri tarafından sorguya çekilirler: “Size Allah’ın resûl’leri gelip de, sizi ikaz etmediler mi, uyarmadılar mı?”
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Biz bütün resûl’leri, âmenû olanları müjdelesin ve diğerlerini uyarsın diye, vazifeli kılarız, göndeririz. Âmenû olanları, Allah’a ulaşmayı dileyenleri müjdelesin; ama diğerlerinin hepsini uyarsın diye göndeririz.”
Allahû Tealâ resûl’lerini âmenû olanları müjdelesin, geri kalanları uyarsın diye gönderdiğine göre, bütün resûller etraflarındaki herkese: “Allah’a ulaşmayı dileyin, eğer dilemezseniz gideceğiniz yer mutlaka cehennemdir.” ifadesini kullanarak devreye girerler. Onları Allah’ın âyetleri ile uyarırlar.
5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin, fe kad câekum beşîrun ve nezîrun, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl’ümüz (elçimiz) gelmişti. "Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi" dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kadîrdir.
Sevgili okuyucular, şu anda da bütün dünya üzerinde ne kadar kavim varsa, hepsinde Allah’ın resûlleri yaşamaktadır. Ve aynı standartlarda herkesi uyarmaktadırlar. Öyleyse karşımıza ne çıkıyor? İnsanlar hangi devirde, hangi kavimde yaşarlarsa yaşasınlar; cehenneme gittikleri zaman mutlaka kendilerine bu sual sorulacaktır. Dizayn açık ve kesin olarak görünmektedir. Allah’ın resûlleri her kavme gitmişler, her kavimde mutlaka vazifeli kılınmışlardır. Kavmin içinden birisi o kavimde beas edilir, hayata getirilir. Bu resûl, onların dilini kullanan birisidir. İnsanların %90’dan fazlası cehenneme gidecektir. Cehenneme gidenlerin hepsine bu sual sorulur, hepsi de aynı cevabı verir: “Evet, bize resûller geldiler.”
Bu resûllerin dizaynına dikkatle bakın. Onlar insanlara Allah’ın âyetlerini söyleyerek: “Bakın şu şu şu âyetler gereğince Allah’a ulaşmayı dilemek mecburiyetindesiniz. Dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir.” diye mutlaka uyarıda bulunmuşlardır.
Allahû Tealâ her ümmetin, her milletin bir resûlü olduğunu ifade etmektedir. Hangi ümmet (millet), hangi devirde yaşarsa yaşasın, mutlaka aralarında Allah’ın bir resûlü var olmuştur.
-10/YÛNUS-47: Ve likulli ummetin resûl(resûlun), feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara, resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.
14 / İBRÂHÎM - 4
Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz'dir, Hikmet Sahibi'dir.
Her ümmetin, her milletin (hangi millet olursa olsun), bir resûlü mutlaka vardır. Yetmez, zamanın her devresinde vardır. Cehenneme giden herkese aynı sual sorulacağı için, insanlar hangi şehirde, hangi köyde, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, hangi zamanda yaşamış olurlarsa olsunlar, mutlaka onlara Allah’ın hakikatlerini söyleyen bir resûl onların kendi dilleri ile bunu ifade etmiştir.
Peygamber efendimizden sonra resul vardır
3 / AL-İ İMRAN - 81
Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahu Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.
Peygamber Efendimiz SAV de dahil olmak üzere o resule yardım edeceklerine dair Ahzab 7 de sözü geçen nebilerden misak alıyor.
33 / AHZAB - 7
Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh'tan ve Hz. İbrâhîm'den ve Hz. Musa'dan ve Meryemoğlu Hz. İsa'dan ve onlardan ağır bir misak aldık.
Ali İmran 81. ayette geçen bu resul, bir veli resuldür, nebi resul olması mümkün değildir. Çünkü , Peygamber Efendimiz son nebidir ve söz konusu olan resul, Peygamber Efendimizden sonra geleceğine için nebi olması mümkün değildir.
Furkan 30 da kavmim Kur’an-ı terk etti diyen resulün Peygamber Efendimiz olması mümkün değildir.
25 / FURKAN - 30
Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur'ân'dan ayrıldı (Kur'ân'ı terketti).” dedi.
Peygamber Efendimiz zamanında Kur’an terk edilmedi aksine yaşandı. Kur’an şu yaşadığımız zaman parçasında terk edilmiştir.Duhan 13 de sözü edilen resulün yaşadıklarını, Allah Peygamber Efendimizin kalb gözüne göstermektedir.
44 / DUHAN - 10
Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44 / DUHAN - 11
Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44 / DUHAN - 12
Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü'minleriz.
44 / DUHAN - 13
Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.
44 / DUHAN - 14
Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O'NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O'NDAN yüz çevirdiler.
Göklerin apaçık dumanla kaplanması Peygamber Efendimiz zamanında olan bir olay değildir. Bu olay zamanımızda cereyan eden bir olaydır. Söz konusu olaydaki resul ise, Peygamber Efendimizden sonra gelen bir veli resuldür.
Allahû Teala İncil de, Havarilerle ilgili bölüme resullerin işleri diye bir başlık vermiş. Yani İncil de havariler resuller olarak adlandırılmaktadır. Yasin 14 de, havarilerden ikisi bir şehre gönderiliyor ve onlara Allah, resuller diyor.
36 / YASİN - 13
Vadrıb lehum meselen ashâbel karyeh(karyeti), iz câe hel murselûn(murselûne).
Ve onlara, o şehrin halkını misal ver. Onlara resûller gelmişti.
36 / YASİN - 14
İz erselnâ ileyhimusneyni fe kezzebûhumâ fe azzeznâ bi sâlisin fe kâlû innâ ileykum murselûn(murselûne).
Onlara iki (resûl) göndermiştik. Fakat ikisini de tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine (onları) üçüncü (resûl) ile azîz kıldık (destekledik). O zaman onlar: "Muhakkak ki biz, size gönderilmiş resûlleriz." dediler.
36 / YASİN - 15
Kâlû mâ entum illâ beşerun mislunâ ve mâ enzeler rahmânu min şey’in in entum illâ tekzibûn(tekzibûne).
Dediler ki: "Siz, bizim gibi beşerden başka bir şey değilsiniz. Ve Rahmân bir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz."
36 / YASİN - 16
Kalû rabbunâ ya’lemu innâ ileykum le murselûn(murselûne).
(Resûller) dediler ki: "Bizim, gerçekten size gönderilmiş resûller olduğumuzu Rabbimiz biliyor."
Allah o kavmi üçüncü resulle (yani üçüncü havari ile) destekledik” buyuruyor. Havariler Peygamber olmadığına göre, ama İncil ve Kur’an onlara resul dediğine göre, onlar peygamber olmayan veli resullerdir.
Ali İmran 164 deki resulde veli resuldür,
3 / AL-İ İMRAN - 164
Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
And olsun ki Allah, müminleri, "Onların aralarında (kendi zamanlarında, kendi kavimleri içinde), kendilerinden bir resul beas ederek (başlarının üzerine devrin imamının ruhu bir nimet olmak üzere)" nimetlendirdi (lutufda bulundu). Onlara, O'nun (Allah'ın) ayetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder, onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel ise (resule tâbi olmadan evvel), onlar elbette apaçık dalâlet içinde idiler.
Bu ayetteki resul eğer nebi resul olsaydı görev adedi 4 değil 5 olurdu yani hikmetin ötesinide öğretmekle vazifeli olurdu.Araf 35 de Allah, Ademoğulları dediği zaman, Adem As’dan kıyamet günü doğup ölecek bütün ademoğulları bu söze muhataptırlar.
7 / A'RAF - 35
Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmazlar.
Rabbimiz“Size ayetlerimi açıklayan resullerim gelecek” buyuruyor, zamanımızda peygamber olmadığına ve olmayacağına göre bize zamanımızda ayetleri açıklayan resuller nebi olamazlar elbette. Onlar ancak veli resullerdir.
33 / AHZAB - 40
Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.
Peygamber efendimiz nebilerin sonuncusudur. Ama resullerin sonuncusu değildir
Allahû Tealâ, bütün nebîlerine mutlaka şeriat kitapları indirmiştir. Hz. Nuh’un, şeriat kitabı vardı. Hz. İbrâhîm’in şeriat kitabı vardı. Hz. Musa Tevrat’ın sahibidir. Hz. İsa, İncil’in sahibidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) Kur’ân-ı Kerim’in sahibidir. Hepsinin şeriat kitabı vardır. Ve son nebî, son peygamber; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), 14 asır evvel rahmetli olmasına rağmen, kıyâmete kadar bütün dünya kâinatın son şeriat kitabı olan Kur’ân-ı Kerim ile amel edecektir.
Allah’ın bütün resûllerine kitap indirmesi söz konusu değildir. Peygamber (nebî) olmayan resûllere, Allahû Tealâ hiçbir zaman şeriat kitabı indirmez. Bir kısmına hiç kitap vermeyebilir, sohbet kitabı da vermeyebilir. Bir kısmına verdiği ise sohbet kitabıdır. Kitabın muhtevasını incelediğiniz zaman orada hiç kimseye Allahû Tealâ’nın bir emir göndermediğini görürsünüz. Eğer Allahû Tealâ, resûlüne kitap vermişse, bu kitapta hiç kimseye ait bir emir söz konusu değildir. “Bu kitaba tâbî olunacaktır, bu kitap şeriat ihtiva eder.” diye hiçbir kitap, Allah’ın nebî olmayan resûllerine indirilmemiştir. Allahû Tealâ onlara da kitap verebilir, yazdırabilir. Ama indirdiği kitapların hiçbirisi şer’î hüküm taşımaz, emredici esaslar ihtiva etmez. Mevlana hazretlerinin mesnevisi Erzurumlu İbrahim hakkı hazretlerinin marifetnamesi ve bildiğimiz Allah’ın resullerinin risaleleri Allah’ın yazdırdığı kitaplardır. Ama şeri hüküm bildirmeyen kitaplardır. Bu kitaplar, Allahû Tealâ tarafından âyetler ile teçhiz edilebilir. Allahû Tealâ kitaplarını isterse âyet âyet yazdırır.
Hurafelerden birisi de: “Allahû Tealâ, peygamberlerden başkasına âyet indirmez.” ifadesidir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-7/A'RÂF-175: Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.
Allahû Tealâ âyetlerini nebî olmayan resûllere de verir, âyet âyet de indirir. Ama âyetlerde, indirdiği kitaplarda hiçbir emredici hüküm olmaz Allahû Tealâ nebîlerine ise mutlaka şeriat kitabı indirir. Allahû Tealâ diyor ki:
-3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Hani o zaman ki; Allah, peygamberlerin (nebîlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size Kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O’na mutlaka îmân edecek ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
Allahû Tealâ burada: “Ey resûller, size kitap verdim ve hikmet verdim.” demiyor. “Ey nebîler size kitap verdim ve hikmet verdim.” diyor. Burada söz konusu olan şeriat kitabıdır ve sadece nebîlere verilir. Allahû Tealâ A’raf-175’de, nebî olmayan velî resûllere ve resul olmayan insanlara da âyetler indirdiğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ’nın sadece nebîlerine şeriat kitabı indirmesi söz konusudur.
Gelelim, nebî resûller ile nebî olmayan resûller arasındaki farka. Bir kısım resûller tasarruf rızasına ulaşmamışlardır, bir kısım resûller tasarruf rızasına ulaşmışlardır. Allahû Tealâ tasarruf rızasına ulaşmış olan ve ulaşmamış olan resûllerinden bahsetmektedir. Buyuruyor ki:
-72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehaden.
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz).
-72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadan.
Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki.
Allahû Tealâ tasarruf rızasına eren resûlün önünden ve ardından muhafız gönderir. Bir kişi resûl olsun da, Allah’ın rızasına ulaşmasın olur mu? Aslında o Allah’ın 7 tane rızasını almıştır. Âmenûlar rızasını, tâbiiyet rızasını, vuslat rızasını, fizik vücudun teslimi rızasını, nefsin teslimi rızasını, irşada ulaşma rızasını ve iradeyi teslim etme rızasını almıştır. Bütün resûller bu standarttadırlar. Mutlaka iradelerini de Allah’a teslim etmişlerdir.
Bütün resûller doğmadan evvel seçilmişlerdir. Nebî resûl de olsalar, nebî olmayan velî resûl de olsalar mutlaka seçilmişlerdir. Ama eğer tasarruf rızasının sahibi değilse, huzur namazının imamlığını yapamaz. İşte burada Allahû Tealâ, rızaya ulaşmamış olan resûllerinin var olduğunu kesin olarak ifade etmektedir. Nebî resûller rızaya ulaşmış, tasarruf rızasının sahibi olan resûllerdir.
Allahû Tealâ resûllerden dilediğini tasarrufu altına alır. Bunu ne zaman yapar? Eğer bir nebî resûl yoksa, Allahû Tealâ o zaman velî resûllerden, kavim resûllerinden birini seçer. O’nun iradesini teslim alarak, huzur namazının imamlığına vekâleten tayin eder. Allahû Tealâ’nın direkt standartlarda nebî olarak tayin ettiği, nebîliğe, nübüvvete lâyık gördüğü, dünyadaki en üstün insanlar nebîlerdir (peygamberlerdir). Allah’ın indindeki en üstün insanlar peygamberlerdir.
Her nebî mutlaka zamanının huzur namazının asaleten imamıdır. Ama nebî’lerin olmadığı fetret devreleri vardır. O devirler de Allahû Tealâ kavim resûl’lerinden bir tanesine vekâleten huzur namazının imamlığı görevini verir. O zaman o resul tasarruf rızasının sahibidir. Cin-26 ve 27’de bahsedilen rızanın sahibi olan resûl, gene kavim resûlüdür. Nebi yoksa huzur namazının imamıdır. Eğer nebîyse gene rızaya ulaşan bir resûldür, nebî resûldür. Ve huzur namazının asaleten imamıdır.
3- MELEK RESULLER:Allahû Teala kiramen kâtiben meleklerine resuller diyor. Yine Azrail AS’a ve Cebrail AS’ a da resul diye hitap ediyor. O halde, insanlardan resuller olduğu gibi meleklerden de resuller vardır.
22 / HAC - 75
Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr(basîrun).
Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi görendir.
43 / ZUHRUF - 80
Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrehum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn(yektubûne).
Yoksa onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar? Hayır, onların yanında resûllerimiz (elçilerimiz) (herşeyi) yazıyorlar.
6 / EN'AM - 61
Ve huvel kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah(hafazaten), hattâ izâ câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn(yuferritûne).
Ve O, kullarının üstünde kahhardır (kuvvet ve güç sahibidir).Ve üzerinize muhafaza edici (koruyucu) gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu resullerimiz vefat ettirir. Onlar (bunu yaparken) kusur etmezler.
Vefat ettirenler ölüm melekleridir. Azrail (A.S)’ın da içinde bulunduğu melekler, ölüm melekleridir. Ölüm melekleri için de Allahû Tealâ, “resûllerimiz” ifadesini kullanmaktadır. Yetmez, Allahû Tealâ kiramen katibîn meleklerinden de resûl olarak bahsetmektedir.
19 / MERYEM - 19
Kâle innemâ ene resûlu rabbiki li ehebe leki gulâmen zekiyyâ(zekiyyen).
“Ben sadece sana zeki (temiz) bir erkek çocuk bağışlamak için senin Rabbinin bir resûlüyüm.” dedi.
Cebrail (AS) da Allah’ın bir resulüdür
Meleklerden ve insanlardan resûller vardır, ama meleklerden nebîler, hayır! Böyle bir müessese Kur’ân-ı Kerim’de yoktur. Allahû Tealâ melekleri, risaletle görevli kılmıştır. Meleklerden de insanlardan da vazifeli resûller vardır. Melek resûller ve insan resûller risaletle vazifelidirler. Ama ne meleklerden ne de En’am-130’da geçtiği gibi, cin resûllerden hiçbir zaman bir nebî oluşmamıştır. Her devirde, her kavimde, her kavmin içinde Allahû Tealâ’nın resûlleri mutlaka vardır. Ve onlara kendi lisanları ile hitap etmek üzere vazifelendirilmişlerdir. Her devirde onların kendi içlerinden bir resûl, o kavimde beas edilen, o kavmin lisanı ile konuşan bir resûl söz konusudur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
-14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.
Resûllere ulaşıp da tâbî olanların hepsi hidayette olanlardır. Dalâlette olanlarsa, Allah’ın dalâlette bıraktıklarıdır. Sebep, Allah’a ulaşmayı dilememeleridir. Eğer dilemiş olsalardı, mutlaka Allahû Tealâ onları da hidayete erdirecekti. O zaman onlar da o resûle tâbî olacaklardı. İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesi, her kavimde resûl bulunduğunu, hepsinin de kendi lisanları ile o kavme hitap etmek üzere gönderildiğini ifade etmektedir. Öyleyse her kavimde bir resûl olmalı ki onların dilleri ile onlara hitap etsin. Nitekim, söylediğimiz âyetlerin hepsi ayrı bir cepheden bunu ispat etmektedir. Her kavimde, her devirde mutlaka Allah’ın resûlleri yaşamışlardır.
4 - CİN RESULLER: Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de cin resûllerden bahsetmektedir. Ama cinlerden bir peygamber hiç olmamıştır. Kur’ân-ı Kerim’de, cin resûller geçer; cin nebî hiç geçmez. Cinlerde peygamberlik müessesesi mevcut değildir. Allahû Tealâ cinlere cinlerden, insanlara da insanlardan resûller geldiğini ifade etmektedir:
-6/EN'ÂM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.
En’am Suresinin 130. âyet-i kerimesi, insan ve cin resûllerden bahsetmektedir. Allahû Tealâ: “Sizlerden resûller” diyor. İnsanlardan insan resûller tamam ama cinlerden de resûller var. Hangi cin Allah’ın yoluna girip tâbiiyetini gerçekleştirmişse, onun başının üzerinde bir insan ruhu oluşur: Devrin imamının ruhu. Cinlerin ruhu yoktur. Bu sebeple cin ruhu, bir cinin başının üzerine hiçbir şekilde gelemez. Ama cinlerden resûller olduğu kesindir.
5- ALELADE RESULLER:Allahû Teala, Firavunun Yusuf (AS) a gönderdiği bir ulağa bile resul demektedir. Yine Saba melikesinin Hz. Süleyman’a gönderdiği elçiye de resul demektedir. Bunlar alelade resullerdir.
12 / YUSUF - 50
Ve kâlel meliku’tûnî bih(bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm(alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S): “Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.
27 / NEML - 35
Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciul murselûn(murselûne).
Ve muhakkak ki ben onlara hediye ile resûller göndereceğim. Böylece bakalım resûller (elçiler) ne ile dönecekler?
Sonuç olarak, şeytan başka kavramlarda olduğu gibi resul kavramında da anlamı değiştirmiştir. Yaşadığımız bu kainatın son devresinde insanların Mehdi resule iman etmelerine ve böylece cennete gitmelerine mani olmak istemektedir. Her kim Allah’a ulaşmayı diler ve zamanımızın imamı Mehdi resule tabi olursa cennete gidecek ve ebedi orada kalacaktır.
Tolga yıldıran
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder