Edep ve Teslimiyet ( Tolga Yıldıran )
Sevgili kardeşlerim Allah’a giden yol sevgiden geçer, sevgisiz Allah’a yaklaşılmaz, sevgi olmadan gönül dostu olunmaz. Allahû Tealâ her şeyi insan için, insanı da kendisi için yaratmıştır. Her devirde Allah kendisi için bir kişiyi seçiyor. Şura Suresi’nin 13. âyet-i kerimesinin son kısmında Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
Allahü yectebiy ileyhi men yeşâü ve yehdiy ileyhi men yüniyb.
Allah dilediğini kendisine seçer ve Allah’a dönmek isteyenleri de kendisine ulaştırır.
Allahû Tealâ’nın bu seçtiği kişi ruhunu, fizik bedenini, nefsini, iradesini, aklını da Allah’a teslim etmiştir. Yani Allah’ın kendisine seçtiği Allah’ın tasarrufunda olan kişidir. Niyazi Mısrî’nin bir beyitinde ifade buyurduğu gibi:
Cümle âlem Halık’ındır,
Ama kul eliyle işlenir.
Her dönemde Allah’ın tasarrufuna aldığı bir tek kişi işte o kuldur. Bu kul ya Allah’ın nübüvvetle vazifeli kıldığı nebîdir veya ondan sonra Allah’ın, evliyadan en üst seviyedeki zamanın imamıdır. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, bakın bir hadis-i şerifinde bu konuyu nasıl ifade ediyor.
"Allah’ın öyle sevgili kulları, mukarrebleri vardır ki, Allah onlarla kullarına nazar eder, Allah o mukarreblerle kullarının rızkını dağıtır, Allah o mukarreblerle kulları tebşir eder."
İşte Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’den sonra her dönemde Sırat-ı Müstakiym üzerinde vazifeli olan zamanın imamı vardır. Allah onların imamını kendisi için seçmiştir. Allah’a binlerce hamdeder, şükrederiz ki, Allah seçtiği, Sırat-ı Müstakiym üzerinde vazifeli kıldığı mukarreble bize âyetlerini açıklıyor, onunla bizim nefsimizi temizleyerek, onunla bizi kemal derecelerinde ilerleterek, ihlas noktasına, sevginin üst boyutta yaşanacağı noktaya ulaştırıyor.
Bir müridin dikkat etmesi gereken en önemli şey, edep ile teslim olmaktır, mürşidinin huzuruna gittiği zaman, dolu değil de boş bir kalp ile gitmesidir. Testi misali içi pis olan veya dolu olan bir kaba su, ya dolmayacak ya da içerideki pislik temizlenmediği için su kullanılamayacaktır. Bu misalde olduğu gibi, mürid kalbini (kalp kabını) temizleyerek varmalı ki, ancak o zaman istifade edip himmetini alabilsin, gönül sohbetlerinden faydalanabilsin.
Sevgili kardeşlerim teslim olmak çok ince ayrıntılardadır. O başımızın üzerinde bizi hep görüyor bizi koruyor. Bunun bilince de olup efendimizin her zaman yanımızda olduğundan sürekli edep haline girmemiz gerektiğini bilmeliyiz.
Hz.Mevlânâ’ya göre edep, insanın bedenindeki ruhtur, edep, enbiyâ ve evliyânın göz ve gönül nurudur, edep, şeytanın katilidir, insanla hayvanı birbirinden ayıran en önemli vasıftır.
Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâdan Giy ol tâcı, emin ol her belâdan
Sevgili kardeşlerim Allah ve Resulüne yükselen merdivenin basamaklarını çıkabilmek için bu konuyu çok iyi bilir uygulamak gerekiyor.
Allah’ın nübüvvetle vazifeli kıldığı nebî ve onun varisi, zamanın halifesi, kişinin kendi öz nefsinden, daha önde gelir. İnsanların, özellikle teslim olmak ve edepli olmak isteyen herkesin konuya titizlikle bakmasını ve titiz gözlemde bulunmasını Allahû Tealâ emrediyor.
Kullar arası ilişkilerde Allah’ın Resulü’nün görevi adaleti yerine getirmek olduğuna göre, kul ile Allah arasındaki ilişkilerde, acaba Yüce Rabbimiz, irşadla vazifeli kıldığı mürşide karşı davranışımızın ve tarzımızın ne olması gerektiğini âyetlerde nasıl açıklıyor?
Kehf-66,67,68,69,70 "Kaâle lehü mûsâ hel ettebi’uke alâ en tü’allimeni mimmâ ullimte rüşdâ. Kaâle inneke len testetıy’a ma’ıye sabrâ. Ve keyfe tasbirü alâ mâ lem tühıt bihî hübrâ. Kaâle setecidüniy inşâallahü sâbiren ve lâ a’sıy leke emrâ. Kaâle feinittebağteniy felâ tes’elniy an şey’in hattâ uhdise leke minhü zikrâ."
Musa ona (Hz. Hızır’a) dedi ki: "İrşad (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tâbî olabilir miyim?" (Hz. Hızır) Dedi ki: "Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin." (Böyleyken) "Özünü kavramaya kuşatıcı olmadığın şeye nasıl sabredebilirsin?" (Musa): "İnşallah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim" dedi. (Hz. Hızır) Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle anlatıp söz edinceye kadar.
Görülüyor ki, Allah’ın katında ilmine sahip olmak, özellikle Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak istiyorsak, ne olursa olsun mürşide %100 itaat içinde olmamız lâzım, ona uymamız lâzım. Özellikle kul ile Allah arasındaki ilişkilerde Allahû Tealâ nasıl bir davranış içinde olmamızı ister.:
Bakara-108 "Em türiydune en tes’elu resuleküm kema süile musa min kabl."
Yoksa daha önce Musa’nın sorguya çekildiği gibi, siz de Resulü’nüzü sorguya mı çekmek istiyorsunuz?
Maide-101 - "Yâ eyyühelleziyne âmenû lâ tes’elû an eşyâe in tübdeleküm tesû’küm, ve in tes’elû anhâ hıyne yünezzelülkur’ânü tübdeleküm."
Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın. Kur’an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır.
Mürşid, sohbetinde bizim liyakatimize paralel olarak konuşmayı gerçekleştirir yani O, Allahû Tealâ’nın bizzat bizlere hitabıdır, Allahû Tealâ’nın bizzat tercümanıdır ve kalbimizde ihtiyacımız olan suallerin mutlaka cevabını verir. Bu istikamette edebe aykırı hareket ederek, O’na ileri-geri, haddi aşan sualler sormayacağız, sual sorduğumuz zaman muhtemeldir ki, edebe aykırı bir sual olur ki, o da bizim amelimizin boşa gitmesine sebebiyet verir.
Nisa-78 "Ve in tüsıbhüm hasenetün yekuûlû hâzihi min indillâh, ve in tüsıbhüm seyyietün yekuûlû hâzihî min indik, kul küllün min indillâh."
Onlara bir iyilik dokunsa "Bu Allah’tandır" derler, onlara bir kötülük dokunsa "Bu sendendir (mürşidtendir)" derler. De ki, "Tümü Allah’tandır."
Evet, birçok kardeşimiz Efendi Hazretleri’ne sordukları suallerde özellikle bir beklenti içindedirler, beklentileri olmayınca üzülürler, halbuki Efendi Hazretleri’nin kendilerine söyledikleri Allah’ın emridir. Tasarrufta olması nedeniyle O yoktur Allah vardır. Allah’ın tercümanıdır. Efendi Hazretleri’nin Allah’tan alıp onlara söylenen kendi zanlarına uymadığı için, beklentileri gerçekleşmeyince üzülürler. Bu sebeple hoşlarına gidenler "Allah’tan" derler, nefslerinin hoşuna gitmeyen şeye "Sendendir" derler. Halbuki hepsi Allah’tandır. Çünkü resul tasarruf rızasının sahibidir. Öyleyse sevgili kardeşlerim resul ile olan ilişkilerimizde çok dikkatli olmalıyız.edebe aykırı ne bir söz nede bir negatif davranışın içine girmeliyiz.
Osmanlı Divan şairlerimizden Şair Yusuf Nâbî 17. asırda yaşamıştır. Tasavvuf terbiyesi görmüş olan âşık Nâbî, padişah IV. Mehmet döneminde Hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanıyla birlikte yola çıkar. Kafile Medine-i Münevvere ye yaklaşmıştır. Vakit gecedir. Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz’e bir an önce ulaşma özlemiyle Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat paşa, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâlini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla şöyle söyler :
Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!Nazargah-i ilahîdir, Makam-ı Mustafadır bu.Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergaha,Metâf-ı kudsiyadır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.
Nabi söyle söylemektedir Edebi terk etmekten sakın! Zira burası Allah’u Teala'nın Habibinin beldesidir. Burası, Hak Teala'nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir; Muhammed Mustafa'nın makamıdır. Ey Nâbî, bu dergaha edebin şartlarına dikkat ederek gir. Sakın edebi basite alma. Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir.Şiiri duyan paşa hemen doğrulur. Anlamıştı kendisine söylendiğini ve sert bir tavırla “bana mı söyledin o sözleri” der. Nâbî “yok paşam bu bir seladır. Bizim oralarda sıkça söylenir. aklıma geldi okudum” der. Paşa tatmin olmamıştır. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’ınn minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar. Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına koşar. Müezzine; “Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nerden öğrendin.” der.
Müezzin önce cevap vermek istemedi, Nâbî ısrar ve rica etti. Bunun üzerine müezzin:- Resûl-i Kibriya (s.a.v.) Efendimiz, bu gece bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: "Ümmetimden Nâbî isimli birisi beni ziyarete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üzerindedir. Kalkın, ezandan önce, onun benim için yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın, mescidime girişini kutlayın"! Buyurdu. Biz de Efendimizin emirlerini yerine getirdik, dedi. Nâbî, hepten şaşırdı ve heyecanlandı, dayanamayıp ağladı. Göz yaşları içinde müezzine tekrar:- O iki cihanın Efendisi, gerçekten Nâbî mi dedi, o benim ümmetimdendir mi buyurdu? Diye sordu. Müezzin:- Evet, Nâbî dedi, o benim ümmetimdendir buyurdu, deyince, Nâbî bu iltifata daha fazla dayanamadı, bayıldı. Bir zaman sonra ayıldığında paşayı ve müezzini yanında ağlarken buldu.
Allah evliyasının sözünü yerde bırakmamış Nabi’nin bu edebi Allahû Teala’nın çok hoşuna gitmişti. Onu yüceltmiştir.
Sevgili kardeşlerim bizler her yönümüzle edep timsali olmalı hem efendimize hem de diğer kardeşlerimiz karşısında çok dikkatli olmalıyız. Mürşidinin huzurundayken onun sesinden yüksek sesle konuşmamak edeple oturup kalkmasını iyi bilmek gerekir. Ona hizmet en güzel bir şekilde yapmalıdır. Mürşidi ona daha bir şey söylemeden hemen ihtiyaçlarını hazırlamalı, zahiren ve kalben çok uyanık bulunmalıdır. Bu ayıklık, tasavvuf yolunda terbiye olmanın ve terbiyenin de gereği olarak mürşit ile sürekli gönül diyalogu içerisinde bulunmanın en önemli şartlarındandır.
Osmanlı devletinin kurucusu olan Osman gazinin babası Ertuğrul Gazi; bir gece gittiği Kur’ân-ı Kerim sohbetinde o güne kadar işitmediği şeyler dinledi. O gece uyumak için girdiği odada bulunan kuranı kerim sebebiyle sabaha kadar uymadı. Kur’ân-ı Kerim’in huzurunda hürmet ve tazimle ayakta durdu. Sabaha karşı uykuya daldı. Bu sırada rüyasında kendisini “Sen benim kelâmıma hürmet ve tazimde bulundun. Ben de senin evlâdına kıyamet gününe kadar daim olacak bir ulu devlet ihsan eyledim.” dendi. Ve Osmanlı imparatorluğunun kurulması böyle başladı. Ertuğrul gazinin büyük bir edep sergilemiş ve Allahû Teala’da ona soyundan bir imparatorluk nasip etmiştir.
Görülüyor ki, her halükârda mürşidin edebiyle edeplenmek ve Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak lâzım. Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak, her halükârda mürşidin arkasından yürümeyi gerektiriyor. Hiçbir noktada mürşidin önüne geçmemek lâzımdır. Özellikle mürşidin bizlere sunduğu emirlerde, aklı devreden çıkartarak, mutlaka anında itaat etmemiz ve o emri zaman geçirmeden yerine getirmemiz gerekir.
Bir defasında Abdülkâdir Geylani’ye "İyi müridlerin hali malum, ya kötülerin ki ne olacak?" diye sorduklarında: "İyi olanlar kendilerini bize adamışlardır. Kötülere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak için adadık" buyurdu.
Abdülkâdir Geylani’nin bu manalı sözleri herhalde edebi bir bütün olarak ifade etmek için yeterlidir. Evet gerçekten, mürid, mürşidine kendini adamalıdır, mürşid de özellikle kendisini Allah’a adayan kişilere adamaktadır. Sevgili kardeşlerim hepimizin Allaha ve resulüne edep ile teslim olmamız dileğiyle …
ALLAH RAZI OLSUN
Tolga YILDIRAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder