27 Nisan 2010 Salı

Allah'ın Zatını Dilemek

Allah'ın Zatını Dilemek (Tolga Yıldıran)
Sevgili kardeşlerimiz yine bir sohbetimizde sizlerle birlikte olmanın sevincini yaşıyor, hepinize mutluluklar diliyorum. Bundan tam 14 asır evvel o karanlık dönemde birbirlerine kan davalı olan sahabelerin üzerine adeta bir güneş doğdu. O hatemül enbiya olan, Allahû Tealâ’nın kâinatı onun yüzü suyu hürmetine yarattığı Peygamber Efendimiz (sav), bütün insanlar için hidayet güneşi oldu. O güzide sahabe başlangıç noktasında birbirlerine kan davalı iken, birbirlerine can düşmanı iken, Allah onların kalplerini birleştirdi ve onlar birbirlerine can dostu oldular. İşte Allahû Tealâ ali İmran suresinin 103. ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır.


3/Âli İmrân-103 “ Ve hepiniz, Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O'nun (Allah'ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.”


Allahû Tealâ sahabelerin üzerine bir nimet olmak üzere peygamber efendimiz(sav)’i göndermiş onlara hidayeti getirmiş onunla kardeşler olmuşlar. Peygamber efendimiz (sav) ve ona tabi olan sahabeler ne yaşadılarsa aynen bizler için farzdır. onlar nasıl mutlu oldularsa bizlere de bu mutluluk farzdır.


Hidayet günümüz din tatbikatına göre biraz kapalı kavramlarla anlatılmış olsa da kur’an a baktığımız zaman ortaya çıkıyor. Hidayet nedir? diye sorduğumuzda genelde alınan cevap aynıdır. “Hidayet doğru yoldur” denir. Sevgili kardeşlerim doğru yol herkes için farklı anlam taşımakta bir matematikçinin gözüyle bakıldığında bir doğru çizgi üzerinden milyarlarca doğru geçer. Öyleyse şuanda dünya üzerinde yaşayan yaklaşık 7 milyar insan varsa kendi fikri ve düşüncüleri kendisi için doğru yoldur. Yani herkes kendi bildiği şekilde doğruyu yaşıyor. Buna da hidayet diyor. Yani “kurtulanlardanız” diyorlar. İşte sevgili kardeşlerim bu şeytanın bir oyunudur. Kur’an a göre Allah’a göre tek bir doğru yol vardır. Kur’anı kerimde hidayet kelimesi ulaşmak anlamında kullanılıyor. Ama nereye ulaşmak derseniz tek bir amaç Allaha ulaşmaktır. Bakara suresinin 120. ayetinde ve âli İmran 73. ayetlerinde Allahû Tealâ bundan bahsediyor.


Bakara 120 : ...inne hüdallahi hüvel hüda...
ALLAH’a ulaşmak varya işte o hidayettir

İnne: Muhakak ki şüphesiz ki,

hudâllâhi: ALLAH’a ulaşmak, ALLAH’a vasıl olmak,

huve: İşte o,

hudâ: Hidayettir.”

Ali İmran 73 : ...innel hüda hüdallah...
Muhakkaki hidayet ALLAH’a ulaşmaktır.

İnne: Muhakkak ki;

el hudâ: Hidayet,

hudallâhi: ALLAH’a hidayet olmaktır.”


Hidayeti şimdiye kadar doğru yol olarak bildik ama hangi yolun doğru olduğunu bilemedik. Detaya indiğimiz zaman hidayet Allaha ulaşmak olarak üzerimize farzdır. Bizler ise kur’anı kerim’den uzaklaşmış, dantelli kılıflarına koyup duvara astığımız, öpüp başımıza koyduğumuz, bazen de cenazemiz olduğu zaman açıp yasin okuduğumuz bir kitap haline geldi. Sevgili kardeşlerim şeytan kur’anı değiştiremeyeceği biliyor. Bu sebepten insanları kur’andan uzaklaştırarak hedefini yerine getirmeye çalışıyor. Dinimizi indirgeye indirgeye sadece kur’anı Arapça okunuşuna islamı da 5 şarta indirgemiş, dinimizi eksikliklerle dolu yaşanmaz hale getirmiştir.


Allahû Tealâ bütün insanlar için tek bir muradı vardır. Bu muradı ilahi insanların sadece ama sadece mutlu ve huzurlu olabilmesi bunu da tek bir şarta bağlamıştır. Tek bir şart oda sadece bir tek dilektir. Bu dilek size anlattığım şekilde hidayeti dilemek yani Allaha ulaşmayı dilemektir. Bu dileyin sahibi olmak Allah için yeterlidir. Kâfidir. Yunus Emre’nin de şiirinde söylediği gibi:


Dervişlik bir tek dilektir
Bilene düğün dernektir.


Öyleyse bütün insanlar için Allahû Tealâ’nın olmazsa olmaz şartı olan bu dilek kur’anı kerimin en büyük farzlarında biridir. Nasıl mı? Çünkü Allahû Tealâ bizleri çok seviyor. O kadar çok seviyor ki bunu idrak edebilmemiz mümkün değildir. Bizlerin mutlu ve huzura ulaşması hem bu dünyada hem de ahiret hayatımızın en üst zirvesinde olmamızı murad etmiştir. Bunu sadece bir tek dileğe başlamıştır. Allahû Tealâ bütün insanlar için tek bir şeriatı tek kanunu vardır. Bunu ise şura suresinin13. ayeti kerimesinde anlatıyor.


ŞURA-13 Dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (ALLAH’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. ALLAH, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine hidayet eder (ulaştırır).


Öyleyse bu ayete göre dünya üzerindeki bütün insanlar için geçerli tek bir şey vardır. Önce Allah insanlardan seçer, “seçtiklerinden kim Allaha yönelirse onu kendisine ulaştırır.” Diyor. Nasıl mı ulaştıracak? işte o manevi bir olaydır. Bizler et kemikten oluşan fizik vücudumuzla 19 hastalıklarla yaratılan nefsimizle ve Allah’ın bizlere üfürdüğü ruh ile birlikte 3 vücuttan yaratıldık. Allah’a ulaşacak olan ne fizik vücudumuzdur, nede nefsimizdir. Allaha ulaşacak olan sadece ondan bize gelen onun üfürdüğü ruhtur. Bu sebepten Allah emanet olarak verdiği ruhu kendisine tekrar istiyor. Ve buna da hidayet diyor. Hatırlayın bakalım Peygamber Efendimiz (SAV)’in miraca çıktığı geceyi. Cebrail (as) ile birlikte indi ilahiye kadar yükseldi. sidretül münteha önüne geldiğinde Cebrail (as) ne demişti. “ben buradan öteye geçemem, sadece sen gidebilirsin “ demiştir. İşte sevgili kardeşlerim ne meleklerde, ne cinlerde, nede hiç bir mahlûkatta olmayan sadece insanda olan Allah’ın üfürdüğü ruhtur. Bu sebepten insan en şerefli mahlûktur. Âdem (as)’a üfürülen ruh sebebiyle ona secde edebilmesi emri gelmiştir. Ruh, Allah’ın insanda olan temsilcidir. O sadece bizlere güzelliği sevmeyi ve mutluluğu emreder. ruhun tek amacı vardır, oda geldiği rabbimin zatındır. Yatılan nefsimiz ise onun tam zıttı hüviyette kötülüğü emreden Allahû Tealâ’nın yap dediğini yapmayıp, yapma dediğini yapan bir özellikle yaratılmıştır. Yusuf suresi 53. ayeti kerimesinde nefsten bahsediliyor.

12/ Yusuf- 53 - Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç.


Öyleyse nefs sadece kötülükleri emrediyor. Ama Allah’ın tecelli ettiği nefsler müstesna ise Allah bunu sadece bizim tek bir dileğimize bağlamıştır. Bu dilek Allahın zatını dilemektir.
Saidi nursi Hz bir şiirinde söyle söylemektedir.


Faniyim fani olanı istemem...

Acizim aciz olanı istemem....

Ruhumu rahmana teslim eyledim
gayr ihsan istemem...

Bir Allah dostu olan Saidi Nursi Hz rahmana teslim ettiği ruhundan bahsediyor. Bu dileğin sahibi olunca, dünya hayatında iken Allah onun ruhunu kendisine ulaştırdı. Bu sebepten evliya dediğimiz insanlara eren, ermiş demişler bir yere erdikleri için bu ismi almışlar eren olmuş ermiş olmuşlardır. Bütün insanlar için bir kurtuluş reçetesi olan bu dilek şeytanın bize unutturduğu en büyük başarısıdır. İnsanlar üzerinde elde ettiği bu başarı onu hedefine götürüyor. Şeytanın hedefi onunla birlikte herkesin cehenneme gitmesidir. Araf suresinin 16 ve 17 ayetlerinde Allah şöyle buyuruyor.

Araf- 16 (İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
Araf 17 Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.

Görülüyor ki şeytan hedefini çok açık bir şekilde beyan etmiştir. kıyamete kadar bu hedefini yerine getirmek için çalışıyor. Dikkatinizi çekmek istiyorum ayete bakın, şeytan nerede oturuyor? Sıratı mustakim üzerinde oturuyor. Nedir bu sıratı müstakim? Bütün namazlarımızda okuduğumuz fatihada
“İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).”
Bizi, sıratı mustakîm'e hidayet et (ulaştır).

Sırat yok demek, müstakim ise istikamet üzere olan demektir. Şeytan istikamet üzere olan yolda oturuyor. Allahu teala sıratı mustakimin nereye yönlendirilmiş olduğu hicr suresinin 41. ayeti kerimesinde açıklamıştır.


Hicr 41 Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu Sıratı Mustakîmin, ana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”

Sevgili kardeşlerim Allah teala sadece takva sahiplerinin cennetle müjdelendiğini, sadece takva sahiplerine dostum dediğini sakın unutmayın. Önemli olan sizlerin takva olabilmenizdir. işte size yine ayetlerle takva sahibi olanları özelliğinden bahsetmek istiyorum.


Leyl 17 Çok takva sahibi olan ise ondan (narı telazzadan) uzaklaştırılacak.
Leyl 18 O ki (en üst seviyede takva sahibi olan), malını verir, temizlenir.
Leyl 19 Ve (takva sahiplerinin), bir kimseye (malını vermesi), O'nun (Allah'ın) katında, “bir ni'met karşılığı olsun” diye değildir.
Leyl 20 O sadece, Yüce Rabbinin Vechi'ni (Zat'ını) ibtiga etti (diledi).


Öyleyse allahu tealanın takva sahibi dediği insanlar gibi olmalı Allahın zatını dilemeli onun ermiş evliyaları gibi olmamız kuranı kerimin olmazsa olmaz şartıdır. Bir sonraki sohbetimizde tekrar görüşmek üzere hepinizin takva sahibi olmanız dileklerimizle hepinize mutluluklar diliyorum.
Allah razı olsun
Tolga Yıldıran

24 Nisan 2010 Cumartesi

Mutluluk Sizinde Hakkınız

MUTLULUK SİZİNDE HAKKINIZ. (Tolga Yıldıran)
Sevgili kardeşlerimiz yine bir sohbetimizde sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyor hepinize mutluluklar diliyorum İnsan şu kâinatın bir kopyasıdır. Hepiniz tek başına küçük bir kâinatsınız. Kâinatın bütünü sizde Allah dostlarının ifadesiyle insanı kâinatın fihristi olarak tarif ediyorlar sevgili kardeşlerim bütün bunlar acaba boşuna mı? Hayır. Hiçbir zaman boşuna değildir. Kâinatın küçük kopyası olan en şerefli mahlûk olarak yaratılan sizler boşuna yaratılmadınız. Kıyame suresinin 36 Ayeti kerimesinde Allahû Tealâ söyle söylüyor “İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor? Diyor. İnsan başıboş değildir insan kendisinin boşuna mı yaratıldığını zannediyor? Hayır, boşuna yaratılmadınız. O zaman kendi kendinize şu suali sorun “boşuna yaratılmadıysam benim buradaki vazifem nedir. Görevim nedir?” Öyleyse noktayı koyalım. Allah sizden bir tek şey istiyor. Sadece mutlu olmanız. Evet, gerçekten Allah’ın en şerefli mahlûku olan siz insanlardan, sadece bir tek şey istiyor. sadece ama sadece mutlu olmanız. Bu dünyada da cenneti yaşamanız ahirette de cennetin en zirve noktalarında sonsuz bir hayatı yaşamanızdan başka istediği hiçbir şey yok. Allahû Tealâ insanın elindeki hiçbir şeye ihtiyacı da yok. Kâinatın bütününü yaratan Allahû Tealâ en üst noktada yarattığı sizlerle diğer mahlûkat arasında bir köprü vazifesi ile sizi vazifeli kılmış, her şey sizin için yaratmıştır. Bakara suresinin 29. ayeti kerimesinde şöyle söylüyor. “O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı.”ve Casiye suresinin 13. ayetinde ise “Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka ayetler (ibretler) vardır.”

Görüyor musunuz Allah sizi ne kadar çok seviyor. Her şeyi sizin emrinize vermiş. İnsanlar söyle diyebilirler rabbim eğer beni sevseydin beni söyle yaratırdın bana şunları verirdin diye birçok istekleri olur. Ama Allah da diyor ki “ey kulum seni o kadar çok seviyorum ki ne varsa hepsini senin için yarattım”Bütün yaratılanların hepsi sizler için hepiniz içindir. Sizler ise Allah içinsiniz ama sizin dışınızda her şeyde sizin içindir. Ve bir tek gaye ile yaratıldınız. Sadece mutlu olmanız içindir.

Evvela sizi anlatan rabbim tek vücuttan ibret olmadığınızı, en şerefli mahluk olarak yaratıldığınızı, Allahû Tealâ insanı 3 vücutla yaratığını ve sizi sultan kılan, alemlere en üst seviyede en üstün varlık kılan olay nedir? O yaratılan ne fizik bedenimizdir nede 19 hastalıkla yaratılan nefsinizdir o size Allahtan üfürülen ruhtur. Ne meleklerde ne cinlerde nede hiçbir mahlûkta olmayan sadece insana üfürülen ruh sebebiyle insan yeryüzünün halifesi olmuştur. Çünkü bu dünyada huzuru mutluluğu yaşamanız ve ahiret hayatında ise en zirve noktada yaşamanız içindir. Ama gelin görünki günümüz insanlara baktığımız zaman insanların %95 i huzursuz ve mutsuzdur. iç dünyasında huzursuz ve mutsuz diğer insanlarla olan ilişkilerinde huzursuz mutsuz ve kavgalıdır. Allah ile olan ilişkilerini çoktan sıfırlamış durumdaki insanlar şeytanın negatif tesiri ile bir dünyanın peşine takılmış hırs afetinin kurbanı olmuş ve ne yazık ki neden huzursuz ve mutsuz olduğunun farkında değil. Sebebini de bilemiyor işte 14 asır evvel karanlığın üzerine doğan hidayet güneşi Peygamber Efendimiz (sav), insanlığı mutlu kılacak huzurlu kılacak bu dünyada kendisine sonsuz cennet standartlarına ulaştıracak olan mesajı yani hidayeti getirmesiyle bütün sahabe için kurtuluş olmuştur. Hidayet Allahtan size huzur ve mutluluğa ulaşması için yeter ve kâfidir.

Günümüzde hidayet ne kadarda kapalı bir kavram babında doğru yol olarak ifade edilse de o insanı şerefli kılan yeryüzünün halifesi kılmasına sebep olan ve Allahın en çok sevmesine sebep olan yegâne şey, Allah’ın sizlere üfürdüğü ruhtur. Bütün mutluluk ve huzuru sadece ruha bağlamıştır. tek bir dilekle size her şeyi vermeye hazır. O dilek Allah’ı dilemeniz ona ulaşmayı, ona dost olmayı, onunla sırdaş olmamızı istiyor. Yunus Emre’nin bir şiirinde söyle söylüyor.

Dervişlik bir tek dilektir
Bilene düğün dernektir.


Öyleyse bu dilek öncelikler insanın temel hedefi olmalı ve kâinatı insanın emrine veren Allah’ı çok sevmeli bu sevgisini ise Allahın dilemesi ona bu dünya hayatında kavuşmayı arzulaması onun dostu olmayı istemesi insanın huzura ve mutluluğa ulaşmasına yetecektir. Allahû Tealâ bu dileği kalpte görür görmez sizi dostu olarak görecektir. Bir söz vardır ya “Allah’ı bulan ne yi kaybetmiş ki, Allah’ı kaybeden neyi bulmuş ki”

Allah dostu Mevlana’nın babası bahaddin veled sultanül ülema lakabıyla anılan bu Allah dostu, Moğol istilası sebebiyle doğduğu şehri terk ediyor ve yollara koyuluyor. Bağdat yakınlarında yolları kesildiğinde askerler diyorlarki “nerden geliyorsunuz ve nereye gidiyorsunuz” işte bu sual hepinize sorulması gereken sual ve cevabını da aynen onun verdiği şekilde cevaplandırmanız lazım. sultanül ulema lakabıyla anılan Allah dostu şöyle söylüyor: “Allah’tan geldik ve Allah’a gidiyoruz. Ve Allah’tan başkada yolumuzu kesebilecek kimsede yok” demiştir.

Öyleyse fizik bedenimiz topraktan yaratılmıştır Sadece fizik bedenden ibaret değilsiniz aynı zamanda birde berzah âlemine ait olan nefsiniz vardır. İşte insanı en üstün kılan üçüncü bedeniniz ise Allah’tan size üfürülen ruhunuzdur. İşte sultanül ulema lakabıyla anılan bahaddin veled “Allah’tan geldik ve Allah’a gidiyoruz” diyor. Kadın erkek herkezde Allah’tan üfürülen bir ruh vardır. Bu ruh sebebiyle Allahtan geldik ve de Allah’a gidiyoruz. Belki bunu birçoğunuz farkında değildiniz. Allah’tan gelen sadece ruhtur. Geri Allah’a dönecek olan bizde ki bir emanettir. Bu sebeple Allah’a gidiyoruz. Gönül dostu Mevlana bir dörtlüğünde şöyle söylüyor

Bir can var canında, o canı ara
Gizlenmiş mücevher beden dağında ara
Ey dostum bütün gücünle ara
Dışarda değil cevher, kendi içinde ara!


Öyleyse sevgili kardeşlerim, Hidayet nedir o zaman? Hidayet Allah’ın bize üfürdüğü ruh emanetin farkına varıp, bu ruhun dünya hayatında Allah’a ulaşmasına inanmak, Allah’a dost olmayı dilemek, bunun üzerimize farz olduğuna inanmak ve emaneti bir tek dilekle sahibine ulaştırmaktır. İşte, bu dileğin sahibi olursanız, Allah size her şeyi vermeye hazır. bunu sizi dileyeceksiniz ama, sizi kendisine ulaştıracak olan siz değilsiniz Allah’tır.

Başlangıç noktasında bütün insanları kadın erkek anneden doğar doğmaz nefsi emmarenin standartları içerisinde hayata başlarlar ve şeytan devamlı olarak nefsimize tesir ediyor. Bu nefsin manevi kalbinde afetler söz konusudur. şeytan onlara nasıl tesir ediyor. Sizlere ifade etmek istiyorum nefsinizin manevi kalbinde cehalet, cimrilik, dedikodu, fitne ve fesat, haset, hırs, isyan, kötü alışkanlıklar, kin ve nefret, kibir, küfür, mürailik, nankörlük, öfke ve gayz, sabırsızlık, vefasızlık, yalan, zan ve zülüm olmak üzere 19 tane hastalık vardır. Ve şeytan bu 19 tane hastalığı tek tek kullanıyor. Bu afetlerle fizik bedenimizin kumandanı aklı kullanıyor. Aklı ikna ediyor ve hangi olayda şeytan aklınızı ikna ederse, siz şer işlersiniz. Kendinize zulm edersiniz. Aynı zamanda etrafınızda kim varsa onlara zulm etmeye başlarsınız. Yani, şeytana uyduğunuz her noktada iç dünyanızda nefs ve ruhun kavgası vardır. Ruh ise devamlı güzellikleri telkin eder Dış dünyanızda ise diğer insanlarla olan ilişkilerinde hep kavga halindesiniz bir hatırlayın bakalım rabbimiz sizi hangi amaçla bu dünyaya getirdi sadece mutlu olmanız için. kavganın olduğu yerde mutluluktan bahsedilebilir mi? kavganın olduğu yerde hep huzursuzluk vardır hep mutsuzluk vardır hep kaos vardır.

Öyleyse mutsuz olduğunuz her noktada arka planda görmediğiniz düşmanınız olan şeytan vardır. Allahû Tealâ hayat kitabımız olan kuranı keriminde araf suresinin 27. ayeti kerimesinde “Muhakkak ki; o (iblis) ve onun kabilesi (topluluğu), sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.” öyleyse hepinizin etrafınızda yanı başınızda görmediğiniz birçok şeytan vardır. Devamlı tetikteler su uyur düşman uyumaz misalidir onun gayesi aklınızı ikna edip şer istikametinde sizi kullanmak ve sizi mutsuz ve huzursuz kılmak bu dünyada mutsuz ve huzursuz bir insan olarak ahirete onunla birlikte intikal etmeniz onunla birlikte cehenneme gitmeniz.
Muradı ilahi nedir. Allah’ın muradı sizin mutsuzluğunuz değil o hem bu dünyada mutlu olmanızı istiyor. Hem de ahrette cennete gitmenizi istiyor sizi mutluluğu ve huzura ulaştırmak istiyor. Bu ise tek bir şarta bağlamış “benim dostum olmayı dileyin.” Diyor. “Eğer bunu dilerseniz ben sizi o şeytanlardan korur, sizi dostum yaparım” garantisini veriyor.

Sevgili kardeşlerim hepinizin Allahın dostları olmanız dileklerimizle Allahın rahmeti fazlı ve bereketi hepinizin üzerine olsun inşallah. Yazımızın bir sonraki bölümünde tekrar görüşmemiz dileğiyle
ALLAH RAZI OLSUN
Tolga Yıldıran

3 Nisan 2010 Cumartesi

Nebi ve Resul Kavramı

RESUL VE NEBİ KAVRAMLARI (TolgaYıldıran)
Kur’ân’a ters düşen hurafeler, insanların Kur’ân’a ters düşen uydurmalarıdır. Bu hurafelerden bir tanesi de resûl ve nebî ifadesidir.
nebi peygamber, Resul ise elçi demektir.
Sevgili okuyucular Kur’an’ı Kerimi incelediğimizde, Allahû Teala’nın beş nevi resul den bahsettiğini tesbit ediyoruz. Nebi resuller, veli resuller, melek resuller, cin resuller ve alelade resuller.
1-NEBİ RESULLER:Nebiler, kendilerine şeriat kitabı verilen Peygamberlerdir. Ve bütün peygamberler (nebiler) önce kendi kavimlerinin resulüdür, sonra peygamber olarak seçilirler. O halde Allah’a göre nebiler, kendilerine şeriat kitabı verilen peygamberlerdir.
Akaidin birinci ayağı olan: “Bütün nebîler resûldür.” ifadesi, Kur’ân’a tam olarak uymaktadır. Ulûl’azm nebîler; Hz. Nuh, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’dir. Bu peygamberlerin resul olduğunu diğer peygamberlerin ise nebi olduğunu açıklamaktadır. Bu açıklama Kur’an-ı Kerim’e ters düşmektedir Allah, Kur’ân’ı Kerim’de bütün peygamberlerin hem nebi olduğunu, hem de resul olduğunu açıklamaktadır
Hz. Nuh, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz resul ve nebi olduğu gibi diğer peygamberlerde resul ve nebidir
Hz Musa ve kardeşi Hz Harun için Allah resul diyor.

26 / ŞUARA – 16
Fe’tiyâ fir’avne fe kûlâ innâ resûlu rabbil âlemîn(âlemîne).
Haydi, firavuna (ikiniz) gidin ve böylece ona: “Muhakkak ki biz, âlemlerin Rabbinin resûlleriyiz.” deyin.

26 / ŞUARA - 125
İnnî lekum resûlun emîn(emînun).

(Hud AS):Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26 / ŞUARA - 143
İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
(Salih AS):Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26 / ŞUARA - 162
İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
(Lut AS):Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

26 / ŞUARA - 178
İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
(Şuayb AS):Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.

Allahû Teala Kur’ân’ı Kerim’de geçen bütün peygamberler için resulümdür diyor Nebilik, Peygamber Efendimiz ile sona ererken resullük sona ermiş değildir. Ademoğlu yeryüzünde yaşadığı sürece, ki kıyamete kadar yaşayacaktır, Allah nebilerin olmadığı dönemlerde de veli resulleri bütün kavimlere ve kendi lisanlarıyla göndereceğini ifade buyurmaktadır. Mürşidler, yani irşadla görevli evliyalar, Allah’ın veli resulleridir.

2 - VELİ RESULLER:Veli Resuller kendilerine şeriat kitabı verilmeyen kavimlerin (milletlerin) resulleridir. Onlar Peygamberlere indirilen şeriat kitabı ile hükmederler. Allah, bu resullerin içlerinden birini peygamberlerin olmadığı dönemlerde vekâleten devrin imamı olarak seçer.
Allahû Tealâ her kavimde, her devirde, ardarda resûl beas etmiştir. Nebîler, peygamberlerdir. Hz. Musa nebî’dir yani nebî resûldür. Hz. İsa nebîdir; nebî resûldür. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz nebîdir. Nebîlerin; peygamberlerin sonuncusudur. Ulûl’azm nebîler; Hz. Nuh, Hz. İbrâhîm, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’dir.
Allahû Tealâ her kavimde mutlaka bütün devirlerde resûl beas eder. Ama her kavimde nebî beas etmez, hayata getirmez. Buyuruyor ki:

-16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

Allahû Tealâ’nın işareti, bütün kavimlerde her zaman mutlaka bir resûlün var olmasıdır. Ama bütün kavimlerde nebî yoktur. Allahû Tealâ Hz. Musa’yı kendi kavmine nebî olarak göndermiştir. Hz. İsa da kendi kavmine nebi olarak gelmiştir.Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) efendimiz ise son nebi olarak gelmiştir. Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Bütün ümmetlerin, bütün milletlerin içinde resûl beas ederiz.”
Peygamberler, Kur’ân’da isimleri geçen kavimlerde vazifelendirilmişlerdir. Ama resûller her kavimde vazifelendirilmişlerdir. Resûller sadece her kavimde vazifeli olmamışlar; üstelik her kavme ardarda, ardı arkası kesilmeksizin gönderilmişlerdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.

Allahû Tealâ burada, bütün ümmetlere resûl gönderdiğini ve ardarda gönderdiğini ifade etmektedir:

2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra da birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peşpeşe) resûller gönderdik. Ve Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu Ruh’ûl Kudüs ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.

Allahû Tealâ İsrail kavmine de birbiri peşinden resûller gönderdiğini ifade etmektedir. Oysaki Hz. İsa, Hz. Musa’dan yüzlerce sene sonra gelmiştir. Ama kavme Hz. Musa’dan sonra da, evvel de birbiri ardından resûller gönderildiği kesindir; peygamber olmayan resûller. Hz. İsa da, Hz. Musa da nebî resûldür; peygamber resûldür. Ama peygamber olmayan resûller, ikisinin arasındaki devrede de İsrail kavmine devamlı olarak gitmişlerdir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

Allahû Tealâ, kıyamet günü insanların büyük kısmının cehenneme gideceğini, %10’dan daha az bir kesimin de cennete gideceğini ifade etmektedir. Cehenneme gidenlerin hepsi mutlaka bir resûl’le birlikte yaşamışlardır. İsra Suresinin 15. ayet-i kerimesi, insanlar hangi kavimde, hangi zaman parçasında yaşarlarsa yaşasınlar, mutlaka o kavimde Allah’ın bir resûl’ünün varlığını kesinleştirmektedir. Çünkü cehenneme giren bütün insanlar bir suale muhatap olacaklardır. Hangi devirde yaşamış olurlarsa olsunlar, hangi kavimde yaşamış olurlarsa olsunlar, onların hepsine birden bu sual sorulacaktır. Allahû Tealâ diyor ki:

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

Kıyamet günü cehenneme gidenlerin hepsi bir suale muhatap olurlar. Cehenneme gidenler açık ve kesin olarak mutlaka cehennem bekçileri tarafından sorguya çekilirler: “Size Allah’ın resûl’leri gelip de, sizi ikaz etmediler mi, uyarmadılar mı?”
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Biz bütün resûl’leri, âmenû olanları müjdelesin ve diğerlerini uyarsın diye, vazifeli kılarız, göndeririz. Âmenû olanları, Allah’a ulaşmayı dileyenleri müjdelesin; ama diğerlerinin hepsini uyarsın diye göndeririz.”
Allahû Tealâ resûl’lerini âmenû olanları müjdelesin, geri kalanları uyarsın diye gönderdiğine göre, bütün resûller etraflarındaki herkese: “Allah’a ulaşmayı dileyin, eğer dilemezseniz gideceğiniz yer mutlaka cehennemdir.” ifadesini kullanarak devreye girerler. Onları Allah’ın âyetleri ile uyarırlar.

5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin, fe kad câekum beşîrun ve nezîrun, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl’ümüz (elçimiz) gelmişti. "Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi" dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kadîrdir.

Sevgili okuyucular, şu anda da bütün dünya üzerinde ne kadar kavim varsa, hepsinde Allah’ın resûlleri yaşamaktadır. Ve aynı standartlarda herkesi uyarmaktadırlar. Öyleyse karşımıza ne çıkıyor? İnsanlar hangi devirde, hangi kavimde yaşarlarsa yaşasınlar; cehenneme gittikleri zaman mutlaka kendilerine bu sual sorulacaktır. Dizayn açık ve kesin olarak görünmektedir. Allah’ın resûlleri her kavme gitmişler, her kavimde mutlaka vazifeli kılınmışlardır. Kavmin içinden birisi o kavimde beas edilir, hayata getirilir. Bu resûl, onların dilini kullanan birisidir. İnsanların %90’dan fazlası cehenneme gidecektir. Cehenneme gidenlerin hepsine bu sual sorulur, hepsi de aynı cevabı verir: “Evet, bize resûller geldiler.”
Bu resûllerin dizaynına dikkatle bakın. Onlar insanlara Allah’ın âyetlerini söyleyerek: “Bakın şu şu şu âyetler gereğince Allah’a ulaşmayı dilemek mecburiyetindesiniz. Dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir.” diye mutlaka uyarıda bulunmuşlardır.
Allahû Tealâ her ümmetin, her milletin bir resûlü olduğunu ifade etmektedir. Hangi ümmet (millet), hangi devirde yaşarsa yaşasın, mutlaka aralarında Allah’ın bir resûlü var olmuştur.

-10/YÛNUS-47: Ve likulli ummetin resûl(resûlun), feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara, resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.

14 / İBRÂHÎM - 4
Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah'a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz'dir, Hikmet Sahibi'dir.

Her ümmetin, her milletin (hangi millet olursa olsun), bir resûlü mutlaka vardır. Yetmez, zamanın her devresinde vardır. Cehenneme giden herkese aynı sual sorulacağı için, insanlar hangi şehirde, hangi köyde, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, hangi zamanda yaşamış olurlarsa olsunlar, mutlaka onlara Allah’ın hakikatlerini söyleyen bir resûl onların kendi dilleri ile bunu ifade etmiştir.
Peygamber efendimizden sonra resul vardır

3 / AL-İ İMRAN - 81
Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, "Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye misak aldığı zaman, "İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?" diye buyurdu. (Onlar da): "İkrar ettik (kabul ettik)" dediler. (Allahu Teâlâ): "Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim." buyurdu.

Peygamber Efendimiz SAV de dahil olmak üzere o resule yardım edeceklerine dair Ahzab 7 de sözü geçen nebilerden misak alıyor.

33 / AHZAB - 7
Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh'tan ve Hz. İbrâhîm'den ve Hz. Musa'dan ve Meryemoğlu Hz. İsa'dan ve onlardan ağır bir misak aldık.

Ali İmran 81. ayette geçen bu resul, bir veli resuldür, nebi resul olması mümkün değildir. Çünkü , Peygamber Efendimiz son nebidir ve söz konusu olan resul, Peygamber Efendimizden sonra geleceğine için nebi olması mümkün değildir.
Furkan 30 da kavmim Kur’an-ı terk etti diyen resulün Peygamber Efendimiz olması mümkün değildir.

25 / FURKAN - 30
Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur'ân'dan ayrıldı (Kur'ân'ı terketti).” dedi.

Peygamber Efendimiz zamanında Kur’an terk edilmedi aksine yaşandı. Kur’an şu yaşadığımız zaman parçasında terk edilmiştir.Duhan 13 de sözü edilen resulün yaşadıklarını, Allah Peygamber Efendimizin kalb gözüne göstermektedir.

44 / DUHAN - 10
Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).

Artık göğün, apaçık duman (fitne) getireceği günü gözle.
44 / DUHAN - 11
Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).

(O fitne ki) insanları (insanların büyük kısmını) sarmıştır. İşte bu, elîm bir azaptır.
44 / DUHAN - 12
Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).

Rabbimiz, azabı bizden kaldır. Muhakkak ki biz, mü'minleriz.
44 / DUHAN - 13
Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).

Onlara (herşeyi) açıklayan bir resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün söylediklerinden) ibret almadılar.
44 / DUHAN - 14
Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve (O'NA) (şeytan tarafından vahyedilerek) “öğretilmiş” ve “deli” dediler ve sonra O'NDAN yüz çevirdiler.

Göklerin apaçık dumanla kaplanması Peygamber Efendimiz zamanında olan bir olay değildir. Bu olay zamanımızda cereyan eden bir olaydır. Söz konusu olaydaki resul ise, Peygamber Efendimizden sonra gelen bir veli resuldür.
Allahû Teala İncil de, Havarilerle ilgili bölüme resullerin işleri diye bir başlık vermiş. Yani İncil de havariler resuller olarak adlandırılmaktadır. Yasin 14 de, havarilerden ikisi bir şehre gönderiliyor ve onlara Allah, resuller diyor.

36 / YASİN - 13
Vadrıb lehum meselen ashâbel karyeh(karyeti), iz câe hel murselûn(murselûne).

Ve onlara, o şehrin halkını misal ver. Onlara resûller gelmişti.
36 / YASİN - 14
İz erselnâ ileyhimusneyni fe kezzebûhumâ fe azzeznâ bi sâlisin fe kâlû innâ ileykum murselûn(murselûne).
Onlara iki (resûl) göndermiştik. Fakat ikisini de tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine (onları) üçüncü (resûl) ile azîz kıldık (destekledik). O zaman onlar: "Muhakkak ki biz, size gönderilmiş resûlleriz." dediler.
36 / YASİN - 15
Kâlû mâ entum illâ beşerun mislunâ ve mâ enzeler rahmânu min şey’in in entum illâ tekzibûn(tekzibûne).
Dediler ki: "Siz, bizim gibi beşerden başka bir şey değilsiniz. Ve Rahmân bir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz."
36 / YASİN - 16
Kalû rabbunâ ya’lemu innâ ileykum le murselûn(murselûne).

(Resûller) dediler ki: "Bizim, gerçekten size gönderilmiş resûller olduğumuzu Rabbimiz biliyor."

Allah o kavmi üçüncü resulle (yani üçüncü havari ile) destekledik” buyuruyor. Havariler Peygamber olmadığına göre, ama İncil ve Kur’an onlara resul dediğine göre, onlar peygamber olmayan veli resullerdir.
Ali İmran 164 deki resulde veli resuldür,

3 / AL-İ İMRAN - 164
Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
And olsun ki Allah, müminleri, "Onların aralarında (kendi zamanlarında, kendi kavimleri içinde), kendilerinden bir resul beas ederek (başlarının üzerine devrin imamının ruhu bir nimet olmak üzere)" nimetlendirdi (lutufda bulundu). Onlara, O'nun (Allah'ın) ayetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder, onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel ise (resule tâbi olmadan evvel), onlar elbette apaçık dalâlet içinde idiler.

Bu ayetteki resul eğer nebi resul olsaydı görev adedi 4 değil 5 olurdu yani hikmetin ötesinide öğretmekle vazifeli olurdu.Araf 35 de Allah, Ademoğulları dediği zaman, Adem As’dan kıyamet günü doğup ölecek bütün ademoğulları bu söze muhataptırlar.

7 / A'RAF - 35
Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmazlar.

Rabbimiz“Size ayetlerimi açıklayan resullerim gelecek” buyuruyor, zamanımızda peygamber olmadığına ve olmayacağına göre bize zamanımızda ayetleri açıklayan resuller nebi olamazlar elbette. Onlar ancak veli resullerdir.

33 / AHZAB - 40
Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.

Peygamber efendimiz nebilerin sonuncusudur. Ama resullerin sonuncusu değildir
Allahû Tealâ, bütün nebîlerine mutlaka şeriat kitapları indirmiştir. Hz. Nuh’un, şeriat kitabı vardı. Hz. İbrâhîm’in şeriat kitabı vardı. Hz. Musa Tevrat’ın sahibidir. Hz. İsa, İncil’in sahibidir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) Kur’ân-ı Kerim’in sahibidir. Hepsinin şeriat kitabı vardır. Ve son nebî, son peygamber; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’dir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), 14 asır evvel rahmetli olmasına rağmen, kıyâmete kadar bütün dünya kâinatın son şeriat kitabı olan Kur’ân-ı Kerim ile amel edecektir.
Allah’ın bütün resûllerine kitap indirmesi söz konusu değildir. Peygamber (nebî) olmayan resûllere, Allahû Tealâ hiçbir zaman şeriat kitabı indirmez. Bir kısmına hiç kitap vermeyebilir, sohbet kitabı da vermeyebilir. Bir kısmına verdiği ise sohbet kitabıdır. Kitabın muhtevasını incelediğiniz zaman orada hiç kimseye Allahû Tealâ’nın bir emir göndermediğini görürsünüz. Eğer Allahû Tealâ, resûlüne kitap vermişse, bu kitapta hiç kimseye ait bir emir söz konusu değildir. “Bu kitaba tâbî olunacaktır, bu kitap şeriat ihtiva eder.” diye hiçbir kitap, Allah’ın nebî olmayan resûllerine indirilmemiştir. Allahû Tealâ onlara da kitap verebilir, yazdırabilir. Ama indirdiği kitapların hiçbirisi şer’î hüküm taşımaz, emredici esaslar ihtiva etmez. Mevlana hazretlerinin mesnevisi Erzurumlu İbrahim hakkı hazretlerinin marifetnamesi ve bildiğimiz Allah’ın resullerinin risaleleri Allah’ın yazdırdığı kitaplardır. Ama şeri hüküm bildirmeyen kitaplardır. Bu kitaplar, Allahû Tealâ tarafından âyetler ile teçhiz edilebilir. Allahû Tealâ kitaplarını isterse âyet âyet yazdırır.
Hurafelerden birisi de: “Allahû Tealâ, peygamberlerden başkasına âyet indirmez.” ifadesidir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-7/A'RÂF-175: Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.

Allahû Tealâ âyetlerini nebî olmayan resûllere de verir, âyet âyet de indirir. Ama âyetlerde, indirdiği kitaplarda hiçbir emredici hüküm olmaz Allahû Tealâ nebîlerine ise mutlaka şeriat kitabı indirir. Allahû Tealâ diyor ki:

-3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Hani o zaman ki; Allah, peygamberlerin (nebîlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size Kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O’na mutlaka îmân edecek ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.

Allahû Tealâ burada: “Ey resûller, size kitap verdim ve hikmet verdim.” demiyor. “Ey nebîler size kitap verdim ve hikmet verdim.” diyor. Burada söz konusu olan şeriat kitabıdır ve sadece nebîlere verilir. Allahû Tealâ A’raf-175’de, nebî olmayan velî resûllere ve resul olmayan insanlara da âyetler indirdiğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ’nın sadece nebîlerine şeriat kitabı indirmesi söz konusudur.
Gelelim, nebî resûller ile nebî olmayan resûller arasındaki farka. Bir kısım resûller tasarruf rızasına ulaşmamışlardır, bir kısım resûller tasarruf rızasına ulaşmışlardır. Allahû Tealâ tasarruf rızasına ulaşmış olan ve ulaşmamış olan resûllerinden bahsetmektedir. Buyuruyor ki:

-72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehaden.
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz).
-72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadan.
Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki.

Allahû Tealâ tasarruf rızasına eren resûlün önünden ve ardından muhafız gönderir. Bir kişi resûl olsun da, Allah’ın rızasına ulaşmasın olur mu? Aslında o Allah’ın 7 tane rızasını almıştır. Âmenûlar rızasını, tâbiiyet rızasını, vuslat rızasını, fizik vücudun teslimi rızasını, nefsin teslimi rızasını, irşada ulaşma rızasını ve iradeyi teslim etme rızasını almıştır. Bütün resûller bu standarttadırlar. Mutlaka iradelerini de Allah’a teslim etmişlerdir.
Bütün resûller doğmadan evvel seçilmişlerdir. Nebî resûl de olsalar, nebî olmayan velî resûl de olsalar mutlaka seçilmişlerdir. Ama eğer tasarruf rızasının sahibi değilse, huzur namazının imamlığını yapamaz. İşte burada Allahû Tealâ, rızaya ulaşmamış olan resûllerinin var olduğunu kesin olarak ifade etmektedir. Nebî resûller rızaya ulaşmış, tasarruf rızasının sahibi olan resûllerdir.
Allahû Tealâ resûllerden dilediğini tasarrufu altına alır. Bunu ne zaman yapar? Eğer bir nebî resûl yoksa, Allahû Tealâ o zaman velî resûllerden, kavim resûllerinden birini seçer. O’nun iradesini teslim alarak, huzur namazının imamlığına vekâleten tayin eder. Allahû Tealâ’nın direkt standartlarda nebî olarak tayin ettiği, nebîliğe, nübüvvete lâyık gördüğü, dünyadaki en üstün insanlar nebîlerdir (peygamberlerdir). Allah’ın indindeki en üstün insanlar peygamberlerdir.
Her nebî mutlaka zamanının huzur namazının asaleten imamıdır. Ama nebî’lerin olmadığı fetret devreleri vardır. O devirler de Allahû Tealâ kavim resûl’lerinden bir tanesine vekâleten huzur namazının imamlığı görevini verir. O zaman o resul tasarruf rızasının sahibidir. Cin-26 ve 27’de bahsedilen rızanın sahibi olan resûl, gene kavim resûlüdür. Nebi yoksa huzur namazının imamıdır. Eğer nebîyse gene rızaya ulaşan bir resûldür, nebî resûldür. Ve huzur namazının asaleten imamıdır.

3- MELEK RESULLER:Allahû Teala kiramen kâtiben meleklerine resuller diyor. Yine Azrail AS’a ve Cebrail AS’ a da resul diye hitap ediyor. O halde, insanlardan resuller olduğu gibi meleklerden de resuller vardır.

22 / HAC - 75
Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr(basîrun).
Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi görendir.

43 / ZUHRUF - 80
Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrehum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn(yektubûne).
Yoksa onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar? Hayır, onların yanında resûllerimiz (elçilerimiz) (herşeyi) yazıyorlar.

6 / EN'AM - 61
Ve huvel kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah(hafazaten), hattâ izâ câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn(yuferritûne).
Ve O, kullarının üstünde kahhardır (kuvvet ve güç sahibidir).Ve üzerinize muhafaza edici (koruyucu) gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu resullerimiz vefat ettirir. Onlar (bunu yaparken) kusur etmezler.

Vefat ettirenler ölüm melekleridir. Azrail (A.S)’ın da içinde bulunduğu melekler, ölüm melekleridir. Ölüm melekleri için de Allahû Tealâ, “resûllerimiz” ifadesini kullanmaktadır. Yetmez, Allahû Tealâ kiramen katibîn meleklerinden de resûl olarak bahsetmektedir.

19 / MERYEM - 19
Kâle innemâ ene resûlu rabbiki li ehebe leki gulâmen zekiyyâ(zekiyyen).
“Ben sadece sana zeki (temiz) bir erkek çocuk bağışlamak için senin Rabbinin bir resûlüyüm.” dedi.

Cebrail (AS) da Allah’ın bir resulüdür

Meleklerden ve insanlardan resûller vardır, ama meleklerden nebîler, hayır! Böyle bir müessese Kur’ân-ı Kerim’de yoktur. Allahû Tealâ melekleri, risaletle görevli kılmıştır. Meleklerden de insanlardan da vazifeli resûller vardır. Melek resûller ve insan resûller risaletle vazifelidirler. Ama ne meleklerden ne de En’am-130’da geçtiği gibi, cin resûllerden hiçbir zaman bir nebî oluşmamıştır. Her devirde, her kavimde, her kavmin içinde Allahû Tealâ’nın resûlleri mutlaka vardır. Ve onlara kendi lisanları ile hitap etmek üzere vazifelendirilmişlerdir. Her devirde onların kendi içlerinden bir resûl, o kavimde beas edilen, o kavmin lisanı ile konuşan bir resûl söz konusudur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.

Resûllere ulaşıp da tâbî olanların hepsi hidayette olanlardır. Dalâlette olanlarsa, Allah’ın dalâlette bıraktıklarıdır. Sebep, Allah’a ulaşmayı dilememeleridir. Eğer dilemiş olsalardı, mutlaka Allahû Tealâ onları da hidayete erdirecekti. O zaman onlar da o resûle tâbî olacaklardı. İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesi, her kavimde resûl bulunduğunu, hepsinin de kendi lisanları ile o kavme hitap etmek üzere gönderildiğini ifade etmektedir. Öyleyse her kavimde bir resûl olmalı ki onların dilleri ile onlara hitap etsin. Nitekim, söylediğimiz âyetlerin hepsi ayrı bir cepheden bunu ispat etmektedir. Her kavimde, her devirde mutlaka Allah’ın resûlleri yaşamışlardır.

4 - CİN RESULLER: Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de cin resûllerden bahsetmektedir. Ama cinlerden bir peygamber hiç olmamıştır. Kur’ân-ı Kerim’de, cin resûller geçer; cin nebî hiç geçmez. Cinlerde peygamberlik müessesesi mevcut değildir. Allahû Tealâ cinlere cinlerden, insanlara da insanlardan resûller geldiğini ifade etmektedir:

-6/EN'ÂM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.

En’am Suresinin 130. âyet-i kerimesi, insan ve cin resûllerden bahsetmektedir. Allahû Tealâ: “Sizlerden resûller” diyor. İnsanlardan insan resûller tamam ama cinlerden de resûller var. Hangi cin Allah’ın yoluna girip tâbiiyetini gerçekleştirmişse, onun başının üzerinde bir insan ruhu oluşur: Devrin imamının ruhu. Cinlerin ruhu yoktur. Bu sebeple cin ruhu, bir cinin başının üzerine hiçbir şekilde gelemez. Ama cinlerden resûller olduğu kesindir.

5- ALELADE RESULLER:Allahû Teala, Firavunun Yusuf (AS) a gönderdiği bir ulağa bile resul demektedir. Yine Saba melikesinin Hz. Süleyman’a gönderdiği elçiye de resul demektedir. Bunlar alelade resullerdir.

12 / YUSUF - 50
Ve kâlel meliku’tûnî bih(bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm(alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S): “Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.

27 / NEML - 35
Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciul murselûn(murselûne).
Ve muhakkak ki ben onlara hediye ile resûller göndereceğim. Böylece bakalım resûller (elçiler) ne ile dönecekler?

Sonuç olarak, şeytan başka kavramlarda olduğu gibi resul kavramında da anlamı değiştirmiştir. Yaşadığımız bu kainatın son devresinde insanların Mehdi resule iman etmelerine ve böylece cennete gitmelerine mani olmak istemektedir. Her kim Allah’a ulaşmayı diler ve zamanımızın imamı Mehdi resule tabi olursa cennete gidecek ve ebedi orada kalacaktır.
Tolga yıldıran

2 Nisan 2010 Cuma

Kur'an'a Göre Cehennem Katları

Kur'an'a Göre Cehennem Katları

Cehennemin 1 katina ;Ayetlerden gafil olanlar,
Yunus 7- 8 Muhakkak ki; onlar, Bize ulasmayi (hayatta iken ruhlarini ALLAH’a ulastirmayi) dilemezler. Dünya hayatindan razi olmuslardir ve onunla doyuma ulasmislardir ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardir.Iste onlarin kazandiklari (dereceler) geregince varacaklari yer atestir (cehennemdir).

Cehennemin 2 katina ;Yunus 45 Misaklari kesenlerALLAHa ulasmayi tekzip edenler , yalanlayanlar
Yunus 45 Ve o gün (ALLAHû Tealâ), gündüzden bir saatten baska kalmamislar (bir saat kalmislar) gibi onlari toplayacak (hasredecek). Birbirlerini taniyacaklar (aralarinda tanisacaklar). ALLAH’a mülâki olmayi (ALLAH’a ölmeden önce ulasmayi) yalanlayanlar, hüsrana düstüler (nefslerini hüsrana düsürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadilar (ruhlarini ölmeden evvel ALLAH’a ulastiramadilar).

Cehennemin 3 katina ;Rad- 25 Lanet alanlar misak aldiktan sonra Misaklarini bozanlar,baskalarini hidayetten men edenler

Cehennemin 4 katina ;Büyük lanet alanlar, Saadatlar ve Küberalar iki kat azap verilenler ,Ahzap 67 Cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki; biz, sâdatlarimiza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamiza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sirati Mustakîm’inden) saptik.Ahzap 68 Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onlari büyük bir lânetle lânetle.

Cehennemin 5 katina ;Ayetler Beyineler ve kitaplarla açiklandiktan sonra onlari örtenler, gizleyenler lanet edicilerin ve ALLAH’in lanetine ugrayanlarBakara -159 Indirdigimiz o beyyinelerden olan seyleri ve HIDAYETi (ölmeden evvel ruhun ALLAH’a ulastirilmasini) Kitab’ta ALLAH insanlara açikladiktan sonra gizleyenler (var ya), onlara, hem ALLAH lânet eder hem de lânet ediciler lânet eder.

Cehennemin 6 katina;ALLAH’in ayetlerini örtükleri için ALLAH’in ayetleri ve Resulleri ile alay ettikleri içinKeyf ;103 Deki: “Amelleri hasara ugrayanlari size haber vereyim mi?”Keyf ;106 Âyetlerimi) örtmeleri (inkâr etmeleri) ve âyetlerimi ve resûllerimi alay konusu edinmeleri sebebiyle, onlarin cezasi iste bu cehennemdir.

Cehennemin 7 katina;Seytani ve zülmani ilimler (Büyü ve Sihir ) ile insanlara zülm edenler.
Bakara 102 Süleyman'in mülkü üzerine onlar, seytanlarin okudugu (anlattigi, tilâvet ettigi) seylere uydular (tâbî oldular). Oysa Süleyman, (sihir yapmadi ve) kâfir olmadi. Fakat seytanlar, insanlara sihri ögretmekle kâfir oldular. Babil (sehrin)deki iki melek (olan) Harut ve Marut'a indirilen seyleri (ögretiyorlardi). Oysa onlar: "Biz (im bilgimiz, sizin için) sadece bir fitne, bir imtihandir. Sakin (sihir ilmini ögrenerek) kâfir olmayin." demedikçe hiç kimseye bunu ögretmezlerdi. O zamanlar (sihir meraklilari ve onu geçim vasitasi yapanlar) o ikisinden erkek (koca) ile karisinin arasini açacak seyler ögreniyorlardi. Halbuki onlar, ALLAH'in izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar veremezlerdi. Zaten onlar kendilerine fayda verecek seyleri degil, zarar verecek seyleri ögreniyorlardi. andolsun ki; onlar onu (sihri ve ona ait bilgileri) satin alan (ve onunla çikar saglayan) kimse için ahirette bir nasip olmadigini bilirlerdi. Kendi nefslerini, onunla ne kötü bir seye sattiklarini onlar keske biliyor olsalardi.

devamı var
Allah razı olsun

1 Nisan 2010 Perşembe

Cehennem Ebedi midir?

Cehennem Ebedi midir? (Tolga Yıldıran)
Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: “Cehennemde günahları kadar cezayı çektikten sonra cennete gider.” İki türlü insan vardır. Cennete gidecek ve cehenneme gidecekler. şimdi bakıyoruz duruma. Kıyâmet günü ne olur? Kıyâmet günü zaman durur. Zaman geriye, saymaya başlar ve herkes hayata döner. Mahşer meydanına ulaşırlar. Mahşer meydanı İndi İlâhi değildir. Mahşer meydanı, İndi İlâhi’den evvel birinci uğranılan yerdir. Orada toplanılır. Orada nefsler, fizik vücutlara girecektir. Ne zaman? Sur’a birinci üfürüldüğünde, orada toplanan herkes ölür. Sonra, sur’a ikinci defa üfürüldüğünde tekrar dirilirler ve nefsler orada, mahşer meydanında fizik vücutların içine girer. Daha sonra herkes İndi İlâhi’ye ulaşır. Orada herkesin rakamlı kitabı vardır. Yani herkesin hayat filmi, kendilerine üç boyutlu olarak gösterilir. Ama her saniye, ya derecat kazandıkları veya derecat kaybettikleri bir olay ve iki görüntü görürler. Üç boyutlu iki görüntü… Birisi düşüncelerinin gösterimidir. İkincisi de fiiliyatlarının, ef’allerinin, gösterimidir. Her saniye derecat kazanırlar veya kaybederler. Işte kulaktan kulağa dolaşan anlatımlar “elimiz ayağımız şahitlik edecek uzuvlarımız konuşacak” derken aslında izlemekten ibarettir.

99/ZİLZÂL-7: Fe men ya'mel miskâle zerretin hayren yerahu.
Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür.

99/ZİLZÂL-8: Ve men ya'mel miskâle zerretin şerren yerahu.
Ve kim zerre kadar şerr işlerse onu görür.

Allahû Tealâ: “Kim zerre kadar sevap işlediyse onu görür, zerre kadar günah işlediyse onu da görür.” diyor. Dikkat edin! Allahû Tealâ “Onun cezasını çeker, mükâfatını alır.” demiyor; “görür” diyor. İşte o “görmek”, söylediğimiz mizanı görmektir, kişinin hayat filminin görülmesidir. Ve o hayat filminin görülmesinde, bütün sevaplar ve günahlar oradadır. Üstelik de insanın uzuvları şahitlik etmiş olurlar. Çünkü neler yaptıklarını açık bir şekilde göstermiş olurlar. Konuşmaları gerekmiyor. Yaptıklarıyla şahit olurlar.

11/HÛD-105: Yevme ye’ti lâ tekellemu nefsun illâ bi iznih(iznihî), fe minhum şakıyyun ve saîd(saîdun).
O gün gelince, O'nun izni olmaksızın kimse konuşamaz. O zaman onlardan bir kısmı şâkîdir (bedbaht), bir kısmı saiddir (mutlu).

Ve bu, tabiî bir sonucu oluşturuyor. Bu noktada, insan neticeyi mutlaka görecektir. Ya kitabı soldan verilecektir. Ya da sağdan verilecektir. rakamlı kitab yani hayat filmi (Kur’ân-ı Kerim “onun kuşu” da diyor.) verilir. Ve ister sağdan verilsin, ister soldan verilsin, hepsinin boynuna asılır. İnsanlar cehenneme onunla giderler. artık herkese hayat filmleri teslim edilmiştir. Ve herkes bütün peygamberlerde dâhil cehenneme sevk edilirler. orada iki tür insan vardır. Cehenneme girip ceza çekecek olanlar birde cennetlik olup çok şükretmek için cehennemi hemen görüp çıkacak olanlardır. bu allahu tealanın emridir.
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

19/MERYEM-71: Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).
Ve sizden biriniz (bile hariç olmamak üzere hepiniz), illâ (muhakkak) ona (cehenneme) varacaksınız. (Bu), senin Rabbinin üzerine (aldığı) kesinleşmiş bir hükümdür.

“Aranızda kıyâmet günü cehenneme uğramayacak olan hiç kimse yoktur. Hepiniz mutlaka cehenneme uğrayacaksınız.” Aynı Surenin 72. âyet-i kerimesinde ise Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

19/MERYEM-72: Summe nuneccîllezînettekav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ(cisiyyen).
Sonra takva sahiplerini kurtaracağız. Ve zalimleri, diz üstü çökmüş olarak bırakacağız.

"Sonra Biz takva sahibi olanları kurtarırız. Cehennemde kalacak olanlar, diz üstü çökmüş vaziyette cehennemi kaplarlar.”
Öyleyse Allahû Tealâ ne demek istiyor? “Sonra” kelimesi neyi ifade ediyor? Cehennemde bir süre kaldıktan sonra çıkışı mı ifade ediyor, yoksa kıyâmet günü, aynı gün, cehenneme girip de cehennemdeki o olayları gören, cehennemin yapısını gören, nasıl korkunç bir işkence dünyası oluşturduğunu gören insanların, Allah’a sonsuz hamd ve şükürler ederek cehennemden ayrılması mı söz konusu?
Cennetlik olan takva sahipleri Kıyâmet günü cehenneme girip de orada diz üstü çökmüş vaziyette bekleyenleri ve o azabı gördükten sonra Allah’a sonsuz hamd ve şükürlerle cehennemden ayrılırlar. cehennemi tamamen terk ettikten sonra cennete uçarak giderler. Cennete girecek olanlar, cehennemden ayrılmışlar ve cennetlere ulaşmışlardır. Sonsuz hızla hareket ettikleri için...
Ama cehennemde kalacak olanlar, Kapılardan girmek mecburiyetinde olanlardır onlar için kapı açılmaz. Kapı sadece yerden kaldırılır, yükseltilir. Ancak o kişinin başı sığabilecek kadar bir yükselti ile yükseltilir. O kişi mutlaka burnu yere sürtünmek suretiyle oraya girer. Bunu zebaniler gerçekleştirirler. Onları, burunlarını yere sürttürerek cehenneme alırlar. Ve cehenneme, cehennemde yanmak üzere, cezalanmak üzere girenler, cehennemin kapısından başlayarak, bütün cehennemin etrafını kaplayacak şekilde orada diz çökmüş vaziyette beklerler.
Cennete girecek olanlar, cehennemin yüksek kapılarından uçarak içeri girerler ve hiç oyalanmazlar. Hemen cehennemin içine girerler. Oradaki durumu görürler. İnsanları ne kadar korkunç şeylerin beklediğini, nasıl işkence edileceğini net bir şekilde görürler. Allah’a sonsuz hamdederek şükrederek cehennemden ayrılırlar ve cennete girerler. İşte cehennemde bir süre kaldıktan ve günahlarının karşılığını ödedikten sonra oradan ayrılıp da, sevapları için cennete gitmek diye bir olay, hiç kimse için mevcut değildir.
Öyleyse Allahû Tealâ’nın cennete ulaştıracak oldukları, cehennemden çıkartarak cennete ulaştıracak olduğu kişiler, onlar cennetlik olanlardır. Ama Allahû Tealâ, cennetlik olanların aradaki farkı görebilmeleri için, Allah’a sonsuz hamd ve şükredebilmeleri için onları kıyâmet günü önce mutlaka cehenneme gönderir. Onun için “Aranızdan kıyâmet günü cehenneme uğramayacak olan kimse yoktur.” diyor. Dikkat edin! Allahû Tealâ: “Uğramayacak olan” diyor. Uğramak; bir yere uğrayıp oradan ayrılmak mânâsına geliyor. Allahû Tealâ’nın dizaynı çok açık bir şekilde bunu ifade ediyor. Allah için olmak, mutlaka kişinin cehenneme ulaşıp, cehennemdeki o korkunç durumu gördükten sonra oradan ayrılarak Allah’ın cennetine girmesini ifade eder.

Cehenneme giren kişi, cehennemden bir daha çıkar mı? Çıkmaz. Bunun ispatı sadedinde, size birçok âyet-i kerime ile açıklayacağız. Cehenneme cezalanmak üzere giren, günahları olup da cehennemde cezalanacak olanların, cehennemden bir daha çıkmaları mümkün değildir.
Günümüz din inancında şu bilinirki “mizandan sonra cehennemde günahımız kadar bir süre yanacağız sonra cennette ebdei kalacağız” derler: işte söyledikleri bu inancı savunup bununla ilgili kitap yapıp “bu Allah’ın dinidir.” Derler. bakınız Allahû Tealâ diyor ki:

2/BAKARA-79: Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne).
Artık elleriyle (emaniye bilgiler içeren) kitabı yazanların vay haline! Sonra da onu (bu yazdıklarını) az bir bedel karşılığında satmak için: “Bu Allah'ın indindendir.” derler. İşte onlara yazıklar olsun , elleriyle yazdıkları şeylerden dolayı ve yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeyler sebebiyle.

2/BAKARA-80: Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve (emaniyeye tâbî olanlar): “Ateş bize, sayılı günlerden başka asla dokunmayacak (günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah'ın katından bir ahd mi edindiniz?” O taktirde (Eğer böyle bir ahd almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez. Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?

2/BAKARA-81: Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Hayır (sandığınız gibi değil), kim, günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa, işte onlar artık ateş ehlidir ve orada devamlı kalacak olanlardır.

Bu ayetten anlaşıldığı gibi insanlar cehennem de birkaç gün yanıp cennete gireceklerine inanan insanlara “hayır” diyor. Günahı fazla ise cehenneme girecek ve orada ebedi kalacaktır. Birçok kişi ye bu gerçeği açıkladıklarımızda “bu Yahudiler için söylenmiş” deyip inanmak istemezler kaçamak cevaplar verirler. Peki, öyle diyelim Madem Yahudiler için bakalım müminler ne söylüyor.

25/FURKÂN-63: Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ hâtabehumul câhilûne kâlû selâmâ(selâmen).
Ve Rahmân'ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürür. Ve onlara cahiller hitap ettiği (lâf attığı) zaman “selâm” derler.

25/FURKÂN-64: Vellezîne yebîtûne li rabbihim succeden ve kıyâmâ(kıyâmen).
Ve onlar, geceyi Rab'lerine secde ve kıyam ederek (ayakta durarak) geçirirler.

25/FURKÂN-65: Vellezîne yekûlûne rabbenasrif annâ azâbe cehenneme inne azâbehâ kâne garâmâ(garâmen).
Ve onlar: “Rabbimiz cehennem azabını bizden uzaklaştır. Muhakkak ki onun azabı daimî helâk edicidir.” derler.

İşte Allahû Tealâ, müminlerin böyle dua ettiğini söylüyor. Öyleyse, düşünün siz ne diyorsunuz? "Yahudiler için söylenmiş" dediğiniz gibi mi? "cehennemden çıkış vardır" mı diyorsunuz? yoksa müminler gibi "cehennem ebedidir" mi? diyorsunuz. Bu açıklama yeterli değil belki biliyorum ama size birçok ayet sunacağım.

3/ÂLİ İMRÂN-23: E lem tera ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yud’avne ilâ kitâbillâhi li yahkume beynehum summe yetevellâ ferîkun minhum ve hum mu’ridûn(mu’ridûne).
Kendilerine Kitab'dan nasip verilenleri görmedin mi? Aralarında hüküm vermek için Allah'ın Kitab'ına davet olunuyorlar, sonra onlardan bir grup geri dönüyor ve onlar yüz çevirenlerdir.

3/ÂLİ İMRÂN-24: Zâlike bi ennehum kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), ve garrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Bu, onların "Ateş bize sayılı günlerden başka asla dokunmayacak" demeleri sebebiyledir. Ve onların dînleri hakkında iftira etmiş oldukları şeyler, kendilerini aldattı.

İşte bir grup insan yüz çevirmiş ve bu yüz çevirme sebebi cehennem bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmaz demesindendir. Diyor. Allahû Tealâ ne diyor. Bu uydurdukları iftira ettikleri şey kendilerini aldattı.diyor. İşte bu olayın bir uydurma olduğu açıktır. Allahû Tealâ her şeyi zıttıyla çift yaratmıştır. Bütün olaylar zıttıyla birdir. Mademki cehennemde çıkıp cennete girilecekler var. öyleyse zıttı var ise cennetten çıkıp cehenneme gidilsin ama bu kimsenin hoşuna gitmiyor. Böyle bir şey olamaz deniyor. Hayır, kimin günahları fazla ise ebedi cehenneme, kiminde sevapları fazlaysa ebedi cennete girecektir. İşte size yine bir ayet Allahû Tealâ buyuruyor ki:

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.

Bu ayete göre kimin sevapları ağır gelirse o kişi kurtuluşa ermiş cennete girecek olanlarıdır. Ama bir sonraki ayete bakalım.

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.

Başka nasıl bir açıklama olabilir ki sevap tartısı hafifse o kişi hüsrana düşmüş oluyor ve maalesef ebedi cehenneme gidiyor.
Allahû için iki türlü insan vardır. Ya mümin ya da değildir. Az mümin, az kâfir diye bir şey olamaz Allahû Tealâ söyle söylüyor.

64/TEGÂBUN-2: Huvellezî halakakum fe minkum kâfiru ve minkum mû'min(mû'minun), vallâhu bimâ ta’melûne basîr(basîrun).
Sizi yaratan O'dur. Buna rağmen sizin bir kısmınız kâfir ve bir kısmınız mü'min. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.

Öyleyse üçüncü bir kısım yoktur insanlar ya kafirdir yada mümindir.
Ve cehennem kafirler içindir

3/ÂLİ İMRÂN-131: Vettekûn nârelletî uiddet lil kâfirîn(kâfirîne).
Ve kâfirler için hazırlanmış olan o ateşten sakının.

Sormak istiyorum cehennemde müminlerin ne işi var. Eğer siz müminlerseniz. Bu iddia nedendir. Ya mümin olduğunuzdan şüpheniz var, ya da mümin değilsiniz. Kesin olarak söylerim ki cehennem kâfirler içindir.

92/LEYL-14: Fe enzertukum nâren telezzâ.
İşte sizi yakıcılığı gittikçe artan bir ateşle uyardım.
92/LEYL-15: Lâ yaslâhâ illel eşkâ.
Ona çok şâkî olandan başkası yaslanmaz (atılmaz).

Şaki olanlar mümin olmayan yani kafir olandır. İman sahibi olan kalbinde iman yazan kişi şaki değildir.

11/HÛD-105: Yevme ye’ti lâ tekellemu nefsun illâ bi iznih(iznihî), fe minhum şakıyyun ve saîd(saîdun).
O gün gelince, O'nun izni olmaksızın kimse konuşamaz. O zaman onlardan bir kısmı şâkîdir (bedbaht), bir kısmı saiddir (mutlu).

11/HÛD-106: Fe emmellezîne şekû fe fîn nâri lehum fîhâ zefîrun ve şehîk(şehîkun).
Şâkî olanlara gelince; artık onlar, ateştedir. Onlar, orada (yüksek sesle inleyerek ve) çok zor bir şekilde soluk soluğa, nefes alıp verirler.

11/HÛD-107: Hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel'ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), inne rabbeke fe'âlun limâ yurîd(yurîdu).
Onlar, semalar ve yeryüzü (cehennemin semaları ve arzı) durdukça orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır). Rabbinin dilediği şey (cehennemi yok etmeyi dilemesi) hariç. Muhakkak ki senin Rabbin, dilediği şeyi yapandır.

11/HÛD-108: Ve emmellezîne suidû fe fîl cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), atâen gayre meczûz(meczûzin).
Fakat mutlu olanlar, artık cennettedir. (Cennetlerin) semaları ve arzı durdukça, Rabbinin dilediği şey (cenneti yok etmeyi dilemesi) hariç, onlar orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır).

İşte size bir ispat daha eğer şakilerden iseniz cehennemin ebedi olacağı kesindir. Allahû Tealâ “mâ şâe rabbuk” rabbinin dilediği şey diyor. Eğer, “men” deseydi dileği kişi olacaktı ama Allahû Teala dilediği şey diyor. Yani, arzın ve semaların yok olması demektir. Cennet ve cehennem yok olana kadar onlar orada ebedi kalacaklardır.Cehenneme girecekler guruplar halinde kapılardan girecekler ve bir daha çıkamayacaklardır.

15/HİCR-44: Lehâ seb’atu ebvâb(ebvâbin), likulli bâbin minhum cuz’un maksûm(maksûmun).
Onun (cehennemin) 7 kapısı vardır. Her kapı için onlardan taksim edilmiş (bölünmüş) bir grup vardır.

40/MU'MİN-76 Udhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvel mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Ebediyyen orada kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Artık kibirlenenlerin kalacakları yer ne kötü.

Cehennemin 7 kapısı var ve Allahû Tealâ her kapıdan ebediyen kalmak üzere girin diyor. Peki, ben sorayım size 8. kapı mı var çıkacak? veya arka kapıdan mı çıkıyorsunuz? Allah her kapıdan ebediyen girin diyor.

Sanırım tatmin oldunuz. daha birçok ayet var. Ama biliniz ki Allahû Tealâ birçok ayette cehennemin ebedi olduğunu anlatıyor. Biz sadece birkaç tanesi sizlerle paylaştım. Kur’anı kerim’in hiçbir ayetinde insanların çıkıp da cennete gireceklerine dair bir bilgi yoktur. Tam aksine böyle bir şeyin olmadığını bütün ayetlerde anlatılmaktadır

47/MUHAMMED-15: Meselul cennetilletî vuidel muttekûn(muttekûne), fîhâ enhârun min mâin gayri âsin(âsinin), ve enhârun min lebenin lem yetegayyer ta’muh(ta’muhu), ve enhârun min hamrin lezzetin liş şâribîn(şâribîne), ve enhârun min aselin musaffâ(musaffen), ve lehum fîhâ min kullis semerâti ve magfiretun min rabbihim, ke men huve hâlidun fîn nâri ve sukû mâen hamîmen fe kattaa em’âehum.
Takva sahiplerine vaadedilen cennetin durumu şudur ki; içinde kokusu değişmeyen sudan nehirler, tadı bozulmayan sütten nehirler, içenlere lezzet veren şaraptan nehirler ve saf (süzülmüş) baldan nehirler bulunur. Onlar için orada her çeşit meyve bulunur ve (onlar için) Rab’lerinden mağfiret vardır. (Bunların durumu), ateşte devamlı kalacak olan ve hamîm (sıcak kaynar su) içirilen, bu sebeple bağırsakları parçalanan kimsenin durumu gibi midir?

Cennetlikler için Allahû Tealâ birçok müjdeden bahsederken cehennemde olanların durumundan da bahsediyor. Görüyoruz ki, Cennet ve cehennem var ve arası da yok. insan ya cennette yada cehennemde olacaktır. Hem de ebedi kalmak üzere
Sevgili kardeşlerim şeytanın bu oyununa gelmeyin şeytan size bir güvence verip rahat davranmanızı sağlıyor. Birçok insan bu inanca dayanarak söyle söylüyor. “ben günahım kadar yanacağım, sonra ebedi cennette kalacağım. Neden bunu kendime sıkıntı yapıyorum ki” diyenler vardır. insanın böyle düşünmesi o kişinin şeytanın tuzağına düştüğünün kesin işaretidir.
Peki, sadece bu mu hayır şeytan daha bilmediğimiz birçok safsataları dinimize sokmuş bize dini yaşıyormuş gibi gösterip rahat yaşamamızı sağlıyor. Kurandan habersiz yaşıyor herkesin söylediğini kabul görüyoruz. Mehmet Akif Ersoy’un bir şiirinde

Doğrudan doğruya kurandan alalım ilhamı
Asrın idrakine sunmalıyız islamı

Günümüzde ise kuran rafa kaldırılmış sadece mevzu olup olmadığını bilmediğimiz birçok hadislerle dini ayakta tutmaya çalışıyoruz. Ama kuran olmazsa din olmaz. Cehennemde ebedi kalış nasıl bize yanlış aktarıldıysa bunun gibi birçok bidatler dinimize girmiştir. Bu bidatleri diğer yazılarımızda inceleyecek bizlerde doğruları doğrudan doğruya kurandan alacağız.

ALLAH RAZI OLSUN
Tolga Yıldıran